Her Doğan Gün Yeniden Doğuşumuzdur
Dünyaya geldiğimiz tarih bizim kurtuluşumuzdur aslında her ne kadar buna doğuş deniliyorsa da. Kolay mı? Dışarıda ne olup bittiğinden haberin olmadan, dar bir alanda, ayağını bile doğru dürüst uzatamadan, boynuna dolanırsa boğulmana bile sebep olabilecek bir göbek bağıyla dokuz ay on gün korku içinde yaşamak ve dışarı çıkmayı beklemek.
Nüfüs cüzdanımızda belirtilen ay, gün ve yıl dışında aslında bilmem kaç kez doğarız ya da ölüp ölüp diriliriz. Bir yaşımıza daha girer, ömrümüzden de bir gün daha götürürüz. Kızdığımız birilerine sitemli bir şekilde ömrümü yedin deriz.
Matematiksel yaşımı bu şekildeki konuşmalarıma göre hesaplamaya kalksam acaba kaç yaşındayım? diye bir an düşündüm. İnanın işin içinde çıkamadım.
Doğuş kelimesi oldu bitti içimde hoş bir heyecan uyandırır. Uyuduğum her gecenin sabahında, güneşin doğuşuyla gözlerimi yeni bir güne açmam her zaman mutluluk vermiştir bana. Çocukluğumdan beri bu böyledir. Hiç bir sabah yüzüm asık uyanmamışımdır. Bazen bir gariplik mi var ben de? diye de düşünmeden edemiyorum. Çünkü benim gibi neşeyle uyananlar azınlıkta sanırım.
Genelde sabaha özel sözler mahmur gözlerle, yer yer esnemelerle biçimlenmiş asık bir yüz eşliğinde;
- Daha dur ya uykumu bir açayım ondan sonra konuş,
- Sabah sabah bana dokunmayın,
- Nefret ediyorum bu sabahlardan,
- Sabah sabah nereden buluyorsunuz bu enerjiyi,
- Benim uyanmış göründüğüme bakmayın ben aslında hâlâ uyuyorum
- Sabahları yanıma yaklaşmayın, kırarım, sonra gelin
diye başlar. Agresiflik dizboyudur yani. Ya da bütün bu sözleri sarf etmeden az önce söylediklerim yüzlerinde yazıyormuş gibi dolaşırlar. Zaten anlarsınız ve 'ateşle yaklaşmayın uzak durun uyarısı görmüş gibi uzaklaşırsınız.
Bu tür söylemlere maruz kalmış kişilerin de yorumları genelde klasiktir. Başını iki yana sallayarak, kaşlarını çatıp dudaklarını bükerek:
- Yahu ben mecbur muyum bunun nazını çekmeye?,
- Yine tersinden kalkmış,
- Rüyasında benimle kavga etmiş herhalde,
- Sanki canına mı kastettik uykusunda,
- Bir gün de gülerek uyansa şaşarım,
gibi sözlerdir. Genelde iç ses olarak kalması hayırlıdır. Dıştan söylemek bir savaşın başlamasına onay vermekten farksızdır. Çünkü sabahları sinirli olanlara dokunulmazsa gerçekten günün ilerleyen saatlerinde neşe ile kahkaha atmaya başlarlar. Herkesin tabiatı farklı olduğu için anlayış göstermek şart gibi görünüyor.
Uyku için yarı ölüm derler. Öyle ise gözlerimizi açınca neden mutluluk duymuyoruz ki! Yaşasın! Güneşin ihtişamlı doğuşunu bugün de göreceğim. Aynı zamanda büyüleyici batışına da tanık olacağım. Sevdiklerime doya doya sarılacağım demek varken.
Her gün yeniden doğuyormuşuz gibi düşünmek lazım aslında. Neden emanet bir can taşırken canımıza okuyoruz ki? Zaten bir gün öleceğiz o süreyi kendimize doğru hızla yaklaştırmanın bir manası da yok gibi.
Yaşadığı topraklarda iç ve dış düşmanlara karşı azmiyle kanıyla canıyla verdiği mücadelenin sonucunda halk bir ülkenin yeniden doğuşunu sağlayıp nasıl ki bayrağını göndere dikebiliyorsa o zaman vücudundaki kötü huylu tümörleri; moraliyle, sabrıyla, yaşama sevinciyle, mücadeleci kimliğiyle, 'kötülüğe yer yok benim bünyemde, tümörlerim bile iyi huylu olur diyebilecek kadar güçlü insanlar neden yeniden doğmayı başaramasınlar ki! İşte o tarih ikinci kez doğuşun resmi ilanı olur.
Son söz olarak diyorum ki doğuşlar; pişman oluşlar, mahvoluşlara değil mutluluklara çanak tutsun hep. Yaşamak her ne olursa olsun çok güzel!
Sevgi ve saygılarımla..