Her şeyime, hiç kimsesinden hiçbir şey ifade etmeyecek, bir kaç şey

"ey kurşun gibi dosdoğru yaşayan
ey denizli mutluluklar işleyen tatil yüzlü kitaplara
ey hafızdan, homerostan cırcırlı akşamlara kalan
söyle ölü bir kız neresinden öpülür
teni cevahir, dudaksız bir kız, adı çat gelin olan"












Oy benim gözlerinde şehla yazgıları öldüren yaban çiçeğim
Oy yüreğimde boynu bükük yalanları solduran biricik gerçeğim





Ben galiba seviyorum seni...





Şimdi her kapayışımda dipsiz bir aşkın gözbebeklerini, hayal siluetinde perdelerime yansıyan film karesine benzer ılık gülüşün. Sen bilmiyorsun ya, ben senin dudağının sağ kıvrımına bin aşkı gömmüşüm. Yüzünü kutsal kitabımın ilk ayetine sürmüşüm de son ayetinde çözmüşüm. Sen bilmiyorsun ya, ben seninle gün be gün dirilirken, yokluğunun varlığıma hakaret ettiği her lahza dirhem dirhem ölmüşüm. Sen hiçbir şey bilmiyorsun ya... Belki de biliyorsun ve anlamak istemiyorsun. Karşında aşktan kalp felci geçirmiş küçük bir kız çocuğuna büründürdüğüm bedenimin amansız kıvranışlarından sadistçe zevk duyuyorsun belki... Dilinin zehrinden suratıma akan her sözcükte an be an eridiğimi görerek tarifsiz bir hazza ulaşıyorsun belki. Tüm inandığı değerleri, uğruna, kendi elleriyle un ufak eylemiş bu kadının gözlerindeki umutsuzluğu kendine galibiyet addediyorsun belki. Bilmiyorum. Bildiğim tek şey, dudaklarımın tenine her değişinde içimde bin yanardağın püskürttüğü ani lav hareketleri ve saçlarında öldürdüğüm masumiyet... Bildiğim tek şey sesinin sesimde kırılan illegal ateşi ve damağımda çağıldayan nefesinin buhuru...





Ah ömrümün yakılmış kasabalardan kendine yurt edindiği mülteci yüzü
Ah son demimin yol ayrımında kulağıma fısıldayan tanrının iki gözü





Ben galiba seviyorum seni...





Söylesene bana kimsin sen? Kaç yaban bedenin artığı, kaç memnu yatağın, tenime bıraktığısın? Ölümü ölesiye defalarca öldürdüğümüz düş yorgunu gecelerde, kaç gözden tereke alıp, getirdiğin ışığın alnıma sızdırdığı yalnızlıksın? Hangi kavganın, ellerimde öldürdüğü düş kırıntısısın? Can diye diye, canıma sardığım an yanılsamalarının, suratıma sürrealist bir ifadeyle yansımasısın. Oy kehribar gözlerine, gözlerimin siyahını sürmeye kıyamadığım... Temize çektiğim pejmürde bir hayatın irisinde parıldayan son iffet rüyası, aşka tövbeli teninin vurgunu bir göçebenin son duasısın...





Kirpiklerinde bir sevdanın cesedini sallandırmışım ibret-i âlem olsun diye belki senden öte yaşamayacağım tüm aşklara... Gururumun başını koymuşum da yüreğindeki giyotine, dememişim bana mısın? Vurulmuşum saçına, gözüne, yürek vasfından bihaber yüreğine de belli etmemişim bir an... Bakmışsın gözlerime öyle umarsız, sesin değmiş sesime öyle kararsız, ruhun dokunmuş ellerime serkeş, yalansız ki dahası acımasız... ' ihanet damarlarımda gezinen zehirli bir dem, aldatırım ölür içinde saygı, sevgi, güven...' demişsin de çıkmış sağ kulağımdan habersiz, sol kulağımdan. Bana inanmak istemediğim gerçekler yerine, yalan cümlelerin büyüsünde uyuttuğun tatlı aşk masalları söylesene... Hatta sus, söyleme hiçbir şey. Aldat, yak, yık, kır, dağıt, parçala... Tüm emir kipiyle yoğrulmuş kırbaçlı cümleleri işkencemin yegâne aleti olarak kulan tenimde... Gitme! Bilmiyor musun ey yabancı, benden önce ya da sonra çekip gittiğinde bir tenden başka bir tene, heybene alamadığın aşk kırıntılarının toplamı kadarım. Tüm götüremediklerinin hüzne bölünmüş yarısı, aşkla çarpılmış hoyrat yanıyım. Kapa gözlerini ve bırak yüreğini buğday sarısı bir tenin üşümüş ellerine. Kar yorgunu bir sessizlikle kutsayayım kirlenmiş ruhunun aşka adanmış yanını ve bırak ki bölük pörçük sevdalara sığınmış bir teni, tanrının ellerinden arakladığı bir masumiyetle bütünleştirerek ömrüne adayayım...





Yar diye diye yarısını yardan attığım yüreğin yaren yakışı
Har diye diye haresine helak ettiğim çorağın Harran bakışı





Ben galiba seviyorum seni...





İntihar ettirir bu kahpe sevdalar. Hiç yoktan ayrılıklar, yarım kalmışlıklar, sahte aşka adanmışlıklar... İpe götürür gözlerinde çağıldayan yankı, levyeyle öldürür tam da sırtından, tüm utanmazlığını soyunduğun an, çırılçıplak teninde kırılmışlıklar. Sen bilmezsin, ötenazi hakkının yasal olmadığı bir ülkede, ölmeye yeminli bir münzevinin hayvani hıçkırıklarını. Ölümü özlemenin anlamını hiç bir vakit bilmezsin sen. Özlememişsindir çünkü. Tenini, tinini ve mahremiyetini ay ışığında infaz edip, küllerini rüzgâra savurmuş bir gerillanın ruh göçü sonrası yasal bir acıyla yeniden ete kemiğe bürünmüş tek örneğisin sen. Nereden bilebilirsin, dini, dili, kimliği ve teninin mahremiyeti arasında dilemmasının yasını tutan bir bedenin içler acısı mersiyesini? Seninle işleyeceği bir günah uğruna, bin sevabı elinin tersiyle iten bir kadının gözyaşlarını hiç içtin mi ki? Bilemezsin sevgilim, bir kez olsun gözbebeklerinde kaybolup sana 'sevgilim' diyememenin içimde yarattığı buhran dehlizini... Zormuş sevişmeyi bilmeyen bir adama hissetmeyi öğretmek, bin sevgisiz bedenle sevişmekten; zormuş sen uyurken sırtının büklümlerini izlemek, ben uyurken çehremde dolanan nazarının izlerini düşlemekten ve bilsen sevgilim ne zormuş 'en insan yanımla seni seviyorum' diyebilmek, ' en hayvan yanımla seni istiyorum' demekten... Evet, diyemeyeceğim ve kaldı ki sen de okumayacaksın asla bu tümcelerimi. Belki de asırlar boyu, sen bana aşk denen olgunun reddiyesini sunacaksın, ben dıştan seni tasdikleyip, içten içe yalnızca yanacağım...





Yanarım... Havva'yı Âdemden, Âdem'i ferinden ayıran, aşkı cennetten uzak kılan, tanrıyı insandan soğutan günah neyse, onu işlemekle gönüllü tek mükellefim. Bak ellerime. Bir vakit tadını parmaklarıma nakşettiğimin saçlarının gidişinedir bu infial. Oysa sen, gelmemişimsin, yüreğime girmemişim, gözlerinde parıldayan ateşi görmemişimsin. Ondan mı yüreğimde dirilen bu ihtilal? Ah adını sayfalara döksem, yaprakların infilak etmesinden ürktüğüm... Şark masallarımın isimsiz iç çekişi, garp sevişmelerinde tenime terini ortak edenim. Bir daha nasıl anlatabilirim seni böyle bilmiyorum. Bilmek de istemiyorum. Ki sen de biliyorsun adım adım sonumun ufkuna yürüdüğümü. Öksürürken içimden kopanın yapışkan bir irinden fazlalığını, ağzımın kenarından sızanın sadece kırmızı bir damladan ibaret olmadığını sen de biliyorsun. Biliyorsun sen de içten içe, solunaksız sevdaları tükürdüğünü ciğerlerimin ve kan akıttığını içimdeki küçük kız çocuğunun yüreğinin...





Şimdi hayat kadar anlamsız, gözlerin kadar anlamlı da olsa özlemin; yoruldum... Issızlığının bekleme salonunda tükettiğim sigaraların cümlesinden, yokluğunun varlığıma miras eylediği izmaritler kütlesinden ve duygusuz hava sahasının ciğerlerimde yarattığı negatif tepkimeden çok yoruldum. Sevmek ya da sevişmek önermesinde hep ikici şıkkı seçmiş görünmekten, göğsünde uyuttuğun gecelerde bir kez olsun kapayamadığım gözkapaklarımdan çok yoruldum. Bilerek ve isteyerek ve dahi hissederek tenimi sunduğum tek ten olduğunu ifade edememekten, gözlerinde çürüttüğüm öykünmelerin nihayetinde, araladığım dudaklarımdan kulağına akıtamadığım tüm aşk sözcüklerinden ve aramızda Azrail gibi bekleyen tüm menfi vücutların kirli etlerden çok yoruldum.





Biliyorum okumayacaksın. Ama okursan da görmemiş, duymamış ve anlamamışı oynamanı temenni ediyorum. Utanç veriyor öldürdüğüm mantığımın yasını tutmaksızın, aşka olan bu acziyetim. Tanrının düşlerini helak ettiği kaçıncı neferim bilmiyorum ama ben senin için öksüz, ben sensiz ereksiz, ben sensiz yetimim...





Septisizme yer yok amaçsız romantizmimde
Vur utanmadan sevginde şüpheye düşmüş dilime yokluğunun süngüsünü...
Çünkü;





Vallahi sevmişim ben seni...

26 Ocak 2010 7-8 dakika 12 denemesi var.
Yorumlar (1)
  • 15 yıl önce

    Bir ırmak misali çağlamış yüreğiniz, sayfaya öyle bir aknmş ki; Sanıyorum her okurunu önüne katar sürükler yanı sıra. Okumak ve bir an olsun bu duygu selinin bitmemesini dilemek her satırda aklımdan geçendi. Yazılarınızı heyecanla beklemeye devam... Elinize, gönlünüze sağlık 👍