Hüzün Denemeleri - 2
/Tavan Arası Duygular/
...
Gecenin, hüznünü aşıklara pay etmesiyle birlikte, çarmıha geriyorum tüm duygularımı. Meryem hüznünü taşıyan kalbimin, gittikçe hızlanan atışlarını dinliyorum heyecan içinde. 'Ha çıktı, ha çıkacak' diyorum... Biraz daha gayret.. az biraz daha sabret...(?) / Saatin tik takları gibi sesli atması için, daha bir yüreklendiriyorum onu... ''Yürü be kalbim, kim tutar seni...!" Sonra yorulduğunu anlayıp biraz ara veriyorum.. Nefesimi tutup bir süre ciğerlerimi oksijensiz bırakıyorum... Kalbim de, efendisine boyun eğen bir teslimiyetle, yavaşça dizginlemeye çalışıyor kendini... Keşke kalbime söz geçirebildiğim gibi kendime de söz geçirebilseydim...! Belki o zaman güneşin önüne rahatlıkla serebilirdim soğuk ellerim/(n)i... Sonunu hiç düşünmeden, unutabilirdim belki, zihnimin duvarlarına çivi misali mıhlanmış gözlerinin hayâlini. Nefsini bile mağlup etmeyi becerebilmiş ben, anlamıyorum ki, neden bir türlü yenemez bu ben/liğini...!!!
...
Sonra dedim; ben bir ressam olsaydım, çizemezdim herhalde seni... Ne ben tuvale sığdırabilirdim suretinin güzelliğini, ne de renkler aşikâr edebilirlerdi teninin sihirli rengini...! Ellerini çizmek için fırçayı elime aldığımda, ellerinin tılsımına dokunmaya cüret edemeyen fırça, kayıp düşerdi elimden... Ellerin ellerim olurdu birden; sureti/n sureti/m... ve dile gelirdi kelimeler kendiliğinden;
''Mavi bir ülkede Fildişinden Kule...
İçinde Sevgili'nin masum bir tebessüm portresi...
Ve elleri fırçanın ucuna karışmış Ben..(!)''
...
Yokluğuna bu kadar alışmışken, sensizlikten bahsetmeyeceğim artık.! Gelmeni beklediğim zifiri gecelerde, gözlerinin yerine koydum, kandil yağının cam bir fanusla zuhur eden büyülü yansıyışını... Özlemin içimde daha bir hararetlenirken, yokluğunla mutlu olmayı da öğrendim ben.! Her geçen gün, kandil yağının yaydığı ışıkla avunan gözlerim, yuvalarından çıkacakmış gibi bakışlarına hasret kalsa da, alaaddin'in sihirli lambası şekline bürünmüş kandil yağını, zevkle yere çaldım in/adına.! Söyledim ya, yokluğuna alıştım artık. Pencere kenarlarında ayak parmaklarım patlarcasına beklemiyorum... Şu aralar Zeki Müren'i de pek nadir dinliyorum... Anlayacağın eskisi gibi dolunaylı gecelerde, ''Seni yıldızlara da sormuyorum.!" Şimdi küçük masamın üzerinde, ne bir hanımeli kokan kara kaplı defterim, ne bir 'ömürlüğüm', ne de her gece yastığımın altında sakladığım gamzeli resmin...! Hepsinin ağzına kilit vurup tavan arasına kaldırdım... tozlu anılar arasında, onlarda alıştılar sanırım, benim gibi yokluğuna... Biliyorum, iç döküşlerim son bulmayacak gibi yüreğimin dehlizlerinde. Bu nedenledir ki, hüzün denemelerime biraz ara veriyorum.. yaralı bir şairin hakikatli sözleriyle, sen(s)sizliği ifşa ediyorum;
''Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni,
Gelme, artık neye yarar...?"
24.08.12 (sıfır.bir/otuz.altı) Perşembe.. ''Asuelâ''
Gül Kadife Hatun'dan İnciler...
Efendim, yazınızın ikincisi çok daha ustaca ve akıcı bir anlatımla işlemiş güçlü kadın/insan profilini. Kalem düz yazıya da çok yatkın, şiirede, akmak istiyor, siz bırakıyorsunuz o döküyor içini, Şiir tadı, öykü kokusu buram buram üzerinde tütüyor hala, Tebrikler efendim, kaleminiz her daim yüreğinize ayna olsun....
Tesekkurler efendim..