İçimize Düşmek

Ölmek için en güzel neden yaşamak değil mi? Hicran bir gidiş, himaye ise bir yara hala içimizde ... Ruhumuz ile yaşamak, bedenimiz ile ölmek tek derdimiz değil mi?

İhtimam, bütün sebepleri kendi içinde ayakta tutmaya çalışırken ,ardı sıra ayakta duran bütün hazır düşünceleri bile yerle bir ettik. Üşenmedik bozucu ne varsa hepsine göz kırparak düşünce diye yanımıza alıp yola devam ettik. Ne gelenlere bir bardak su verdik ,ne gidenleri uğurladık. Avucumuzda biriktirilen rahneleri birer birer yakıp kül ettik, yine durmadık .Geçmişi ,darboğazlarda kalınca bi'çare diye hatırlayıp üzerimize giymeye kalktığımızda ,bunu da beceremedik..

Düşünemedik ,günler kısalır zaman an' olunca ,yavaş yavaş onarılamayan koca şehirler yarattık, içini bilinmeyenlerle doldurup azap çeken insanlarla doldurduk. Oysa kolaycılık ,koca bir anlam yüklü insanı basitleştirerek onu kurtulmayı düşündük.

Günbegün gittikçe tükenmenin aslına varamadan, tükenmenin sadece yaşlanmakla eş değer olduğunu ,senelerin bize bir hak, yaşın ise bir akıl büyümesi olduğu büyüsüne sımsıkı sarıldık.


Önce insan oluruz. Dünya insanla doluyken, sonra insan ararız var oldukça. Kahır mektupları aldıkça azap çekeriz yaşadıkça. Çekilen bütün acılar, ruhumuzun ömrünü uzatırken, bedenimizde hapsolan ruhumuz yavaş yavaş ona kavuşur oldu.

(...) En büyük korkularımız kendimizi sorgulamaya başlayınca mı ortaya çıkar ? Aslında bizim olmayan lakin bir emanet gibi bizde hep var olan akıl, bütün bu yaşadıklarımızı bir görüntüden ibaret kılsa, insanoğlu yine böyle amansızca dünya için kendini ne kadar parçalar ? (...)

En büyük sorgu, en küçük bizden başlasa , dünya yine böyle zalim kalır mı ?


(...)


Kalbi dolduran tiksinti ,kalbe bulaşan darlık safsatası. Sıkıntıların evi gönül, matemin diyarı göz yaşları. Şimdi tapınmanın tam sırası ve tanrının sofrasında susmanın tam zamanı !

Önce taşlar ufalanır gözlerimde, sonra toprak olur bedenimde...Bir ağacın dalında yeşeren yaprak, bir yaprağın üzerine oturan güneş, bir güneş ışığına dokunan yağmur kadar buharım. Bir damla yaş ve uyuyan evren.... Dudaklarım tapınır sözlerine, öylesi bir ırmak akar ki gözlerimden ,biraz ilerde taşan gölde, boğulmuş olurum sözlerinde...

Hani ezber edilen dualar, dudaklarımıza kendini yerleştiren tanrı, şimdi o duaları kelimelerimizle dinlemekte ...Gövdemizde çalan ruh, melodisini duyan insan. Korkularını gizlediğin de bir arının zevk için bala düşmesini intihar sayıyor. Sense düştüğün kalbinde kendini değil; kelimelerini arıyorsun...

İhtiras egemen güzelliğine, fırtına gibi geçen ömür, ne gökyüzüne üzgün ne yeryüzüne üzgün. Sararan yüzüne düşen ne varsa, hem kibrine hüzün, hem kalbine hüzün... Konuş ruhunun içine, dilin sökmezse eğer kendini düşün...

Artık tan ağrıyor, Tanrı aşkını paylaşan ne varsa, yine Tanrı oluyor...Kalbi dolduran tiksinti meleklerin kanatlarında birer insan, birer can....İlerde bekleyen yolcu ruhundan arınıyor...Ve ey Tanrı ! Beni var eden ben'i, yine sen nasıl olmakta ? Ruhun kalbime nasıl da bulaşmakta...

Hala o cehalet, hala o tecahül ve hala o beni sersemleştiren techil . Bir ırk uğruna yıkanan dünyanın ötesinde kalanlar, bir haz duygusunu kirli sularda arayanlar ve yıkanan bedenlerini aynada temiz bulamayanlar... Susun ! Dünya küçük, evren küçük, Oysa insan ne kadar büyük ! Buruşturulan bir anlam, unutulan bir zaman ve zaman içinde yakılan bir an'kadar olanım . Ahh Tanrım ! Gözlerimde her gün büyürken sen, korkularım kalbimde birer tiksinti... önce sen, sonra sen, şimdi sen büyüdükçe ömrümün için de, ölü bir günde, bende kaybolan sen. Ahh Tanrım ! Bir daha sen, beni kendinde var etsen !

13 Haziran 2016 3-4 dakika 51 denemesi var.
Yorumlar