İnanç ve Çelişki

Tanrının adaletine inanmayan bir insan olarak doğum ile ölüm arasındaki zamanda onun herhangi bir adil sözüyle ya da davranışıyla karşılaşmadım. İlkellikten bugüne mağara duvarlarına çizilen ilkel resimlerden ekranlara hapsolmuş dijital suretlerimize kadar insanın tarihi hep aynı çelişkinin içinde devindi. Tanrı sustu insan konuştu. Tanrı baktı insan karar verdi. Tanrı gökteydi insan dünyayı kendi yasalarıyla yönetti. Ama bir şeyi biliyorum. Hayatlarımız gözlerimizden akmaya başladığında duygularımız ile aklımız arasında vicdanın tanrıyla bir bağının olduğuna inanmak zihnimde derin bir soruyu da uyandırıyor.
Bazen en derin yaralarımızı dile getirmek ruhumuza hafiflik katar. İçimizde biriken acıları paylaşmak kalbimizin yükünü azaltır. İnsanların ani duygu ve öfke patlamaları ister iyi ister kötü olsun tüm davranışları eşit kılar. Ancak bu eşitlik her zaman doğruluğu yansıtmaz zira duyguların yoğunluğu gerçekleri çarpıtabilir. Duyguların etkisinden sıyrılana dek bu yanılgı devam eder.
Vicdan. Hem en büyük lütuf hem de en ağır yük. Bir pranga mı yoksa bir rehber mi? İnsanlık tarihine bakıyorum; adaleti sağlamak için ordular yürüdü zulmü bitirmek için daha büyük zulümler yaratıldı. Tanrı adına kesilen başlar şeytan adına işlenen günahlarla yarıştı. İyilik dediğimiz şey ne kadar saf kötülük dediğimiz şey ne kadar belirgin? Bir celladın elleri kanlıdır ama belki de adaletin bıçağını taşır. Bir azizin gözleri masumdur ama belki de en büyük ihanet onun sessizliğinde gizlidir.
Tanrı bir denge mi kurdu yoksa sadece seyirci mi kaldı? Eğer gerçekten bir adalet sistemi varsa neden en masumlar en derin acıları çekerken en zalimler krallar gibi yaşamaya devam ediyor? Eğer vicdan tanrının sesi ise neden en ağır vicdanlar en iyi insanların içinde? Belki de vicdan tanrının bize bıraktığı son hatıra belki de sadece atalarımızın bize bıraktığı mirasın sesi…
İnsan büyüdükçe elleri daha çok kana bulandı. Şehirler kurduk medeniyetler inşa ettik ama içimizdeki vahşeti evcilleştiremedik. Öfke ve merhamet yükselen kulelerimiz oldu ama birbirimizin gözlerine bakmaktan korktuk. Tanrıya dualar ettik ama birbirimize ihanet ettik. Cennet vaat edildi ama biz hep kendi cehennemimizi yarattık.
Belki de insanın gerçek kurtuluşu ne Tanrı’nın mutlak iyiliğinde ne de Şeytan’ın mutlak kötülüğünde saklıdır. Eğer insan Tanrı’nın varlığının getirdiği mutlak iyilik ve Şeytan’ın zulmünün temsil ettiği mutlak kötülük kavramlarının ötesine geçmeyi başarırsa ancak o zaman gerçek bir insana dönüşebilir.
Yine bana göre gerçek insanlık bu iki uç noktanın ötesinde kendi özgün varoluşunu inşa etmekle mümkündür.
“ Bu yazı, tamamen kişisel düşünceler ve sorgulamalar içermektedir. Herhangi bir mutlak doğru iddiası taşımamakla birlikte, insanın varoluşuna ve adalet kavramına dair bireysel bir bakış açısını yansıtmaktadır. Okuyucunun kendi fikirleri ve inançları doğrultusunda değerlendirmesi amacıyla kaleme alınmıştır.‘
Son paragrafınız etkileyici ve benim açımdan da gerçeği yansıtmakta güzel paylaşımınız için teşekkürler
Din olmasa bile, ahlâk varsa o toplumlar çökmez. Sana katılıyorum temel düşüncende ki finalde vurgulamışsın zaten Can. Tebrik ediyorum düşünen, sorgulayan zihnini.