İnce Ruh
Bilmeden içimde biten dünyayı, bir kenara sıkıştırmışçasına hiçe sayarak yaşayabilirim belki. Kısmen öfke dolu, kısmen sevgi ve kısmen de mutluluk. Sonuncuyu bulabilmenin olasılığında kaybolmak değil niyetim. Başlangıç saydığım bu noktayı nihai sonlandırabilme gayretindeyim nicedir. Peki, bunca iç bitkinliğine rağmen, yine de ufak bir ışık bulabilmek için çıkabilecek miyim mücadelenin derecesine? Tipik bir ruh yorgunluğu yaşamıyorsam eğer, gerçek noktada, olduğum yerin mutlak katını bilmem gerekiyorsa ve ben bu yorgunluğun bir sonunun olamayacağını bütün duygularımla hissediyorsam, kısmen mutluluk yaşayabilmem ne derece gerçek sayılabilir?
Hep en fazlasıyla yutkundum hayata; hep bir klişenin ortasında güler yüz takınan, içini yalnızca kendi dinleyen, ucu bucağı kimsesiz bir canlı gibi; kimliksiz, gerçeksiz, hayaldaş, beyninin içini yaşarken, gerçek yaşamını unutan düşsel biri gibi.. Koca bedeninin arasında sıkışmış, koşmayı, uçmayı, yüzmeyi, süzülmeyi bekleyen ruhunu her defasında geri plana atan biri. Ve ben hep en fazla susan oldum hayata; susmak benim için en büyük kaçış aralığı oldu. Tutunulan tek bir şey vardı çünkü; dıştan tüketilecek kelimeler bende yoktu. İnsanların ortasına geçip, avaz avaz, 'Ben Buyum!' diyebilmenin anlatımı yoktu benim ruhumda. Kayıp gibi görülebilir bu ama insan hiç sahip olamadığı bir hisse nasıl kayıp lakabını takabilir ki?
Farketmeksizin ortasına düştüğüm kapanı sildim, bozdum, yıktım bugün. Küçük ve sessiz bir bedende doğrulmayı bekleyen ruhumu sahipleniyorum artık. Benim için dıştan da içten de bağrılması gereken yalnızca bu çünkü.
28/08/2017
İnsan istediği kadar uyum sağlamaya çalışsa da varoluşsal kimliğini hep sorguluyor, sorguladıkça düğüm üstüne düğüm.. Sonra o düğümler boğazı da sarıyor.. Gerisi suskunluk, gibi gibi 🙂
Çoğu insanın kendinden bir şeyler bulacağı güzel bir yazıydı
Kaleminize yüreğinize sağlık