İnleyen Düşünceler
Yine karşınızdayım, yine derin düşüncelerden gitmek istiyorum... yine hüzünden yine acılardan yine çaresizlikten bahsedeceğim... ne yapmamı beklersiniz? öylesine komik şeyler yazarak güldürüp kahkahayla coşturmamı mı... bunu en azından şimdilik kabullenemiyorum... biraz da kızgın bir ruh haleti içindeyim.... kelimelerimden sevinç bohçası oluşturmamı beklemeyin....
Ne yapalım yani, her şeyi güllük gülistanlık görmek tek seçeneğimiz mi olsun... hayır bu bir şeref ve haysiyet eksikliğinden başka hiçbir anlama gelmez... belki siz iyi durumda olabilirsiniz lakin gerçekler o kadar acı, o kadar acı ki; yemeklere acı atacağınıza acılı dünyaları yanınıza oturtmanız içinizin yanmasına yetip de artacaktır bile... ey insanlar topluluğu, kabul edelim dibine kadar harama battık sonuna kadar kalleşliği içimize sindirdik ve de zorumuza gitmiyor... soyanların çarpanların, kul hakkını linç edenlerin sayısını tutsak, tomar tomar kağıt yetmez... sözde Müslüman olsak da özde közün kül halini yaşadığımız muhakkak....
Gerçekler bu hiç kimse demagoji yapmasın... afiş müminliği içimize kadar işlemiş durumda... kayırmalar dersen almış başını gitmiş; tanıdığın yoksa köpeklerden daha aşağı şartlarda yaşaman kimsenin de pek umurunda değil, zannederim... açlık almış başını gidiyor... yıllarca üniversite okuyorsun ya sonra... baş belası sınavlara mecbursun... o da mülakatlarda bin bir oyunlar oynanıyor... vicdanlar kalleşlere kaside yazmakta çok hünerli... kimseden mazlumun çığlıklarına bakma cesareti yok... bir tava yemek vermekle, kömürle patatesle çözülemeyecek sorunlarımız var; artık görelim...
Bunun asıl nedenlerinden biri de kokuşmuş kişiliklerimizden başka bir şeyde aranmamalıdır... acılı türkü söylemede çobanları özendirirken, tuttuğumuz nakarat insaf denizinden boğulsa yeridir... dedim ya biraz öfkeliyim; güzelim bir ülkede kaymaktan vazgeçtik; yoğurdun ekşi suyu bile çok görülüyor.... bütün kapılar suratımıza öyle bir kapanıyor ki... yaşamamızın tek nedeni yaşamak zorunda olmamız ve inancımıza saygımızdan ileri geliyor...
Tabakalaştırılan kişiliklerimiz, rengi atmış kişiliklerimiz, sessizce adaletsizliğe yutkuna yutkuna boyun eğmekten başka çare tanımıyor... birilerinin gölgesine basmamak için nice çilelere katlanmak mecburiyetinde kalıyoruz; inanın söylemek zoruma gidiyor... ömrümüzün yarısı okumakla geçse de, sırf düşüncelerimiz yüzünden yedek insan muamelesi görmemiz kaçınılmaz tek çare oluyor...
Bir ömürdür yaşa gitsin mi diyorsunuz? öyle değil işte... ne kadar kısa olduğunu; bir yıl gibi geçtiğini söylesek de, içinde geçerken o yollar- eğer zor durumdaysanız- öyle bir uzuyor ki, anlamak imkansızlaşıyor... düşünüyorsunuz, üzülüyorsunuz; bazen de buruk düşüncelere dalıyorsunuz... bir köşeye çekilip, öylece dura kalıyorsunuz... belki, belki Allah'ın yardımıyla bu zor halleri de aşmak nasip olur diyor ve ümitle bekliyorsunuz... ve bir gün bu hallerin geçeceğine gönülden inandığınızda, gözünüzden titrek birkaç damla aceleyle dökülüveriyor...
Bir yetimin yanaklarının sıcaklığı ruhunuzu sarmış gibi oluyor ve yeniden sıfırlanmış hülyalara frenlemeye ihtiyaç duymadan baş koyuyorsunuz... kömürle mi yoksa, mürekkeple mi yazıldığı bizi pek de ilgilendirmeyen kaderimize, geçicilerden olduğumuzu bilerek ince bir gülümsemeyle bakmak biraz da olsa rahatlatıyor... ve Yücelerden Yüce olandan; bunlardan dolayı bağışlanmayı diliyor; öylece kendinizden geçip gidiyorsunuz...
Bu yazıyı kendim için yazmadım; ama ben de yazdıklarım gibi bir insan olduğuma göre, kendimi tamamen dışarıda bırakmak peşin bir sahtekarlık olur... bunun için; anlayan anlayacağını anlamakta özgürdür... hoşça kalın; gönlünüzde kırıklıklar barındırsanız da, bunu daimi kılmayın yoksa bu varlığımıza derin bir sorgu olur ki; istemem dünya için hayallerimin hülyalarını sorgulamayı...