İnsafsız Bir Deli
Öyle çok sevişmelerim oldu ki acıyla, delişmen, cevapsız çağrılarla dolu bir genç kızın satır aralarından çıkma yansımalarıydı sadece. Ellerini istedim, gökyüzüne uzansınlar diye, oradaki mavim sen olmalıydın. Gözlerini istedim, renk karmaşası içerisinde ısıttığım yüreğimin tek rengi sen ol diye, yüreğimdeki dengim sen olmalıydın. Öyle çok sebepsiz sorgularım oldu ki yalnızlıkla, anladım; aslında hiçbir insan yalnız değildi kendi kalabalığında. Yüreğinle konuşurdun, masal gibi gelirdi, iç sesini dinlerdin, yorgunluk kahveni yudumlar gibi, dinlendirici gelirdi. Sana büyük geldim ben. Parmak ucuma kalktım, ışıkları açmadım, sesimi çıkarmadım, seni kendimden korur gibi, kendimden sakladım. Yaranmak, acıyla sarhoş olmak gibi bir şeydi. Sana yaranayım derken, acıyla ortaklaşa pay biçmelerimiz yaşattı ikimizi.
Öyle çok sövüşlerim oldu ki yersiz yurtsuz kasap havalarına. Oynattığım aklımı, yarı yolda buldum. Seni unutmam için aklım bile bana yalvarıyordu. "Gitsin" diyordu, "O gitsin" Gitmekle gidilmeyeceğini akıl nasıl oluyordu da bilmiyordu?
Hadiseleri cezbetmiş gibisin. Hepsi senden yana, bana en büyük kozlarını oynuyorlar. Oyunlarımı kaybettim, öyle çok resimlerle doldu ki hayatım, sensizliğin resmini çeke çeke, baktığım her şeyi, sensizliğin yüzü sandım.
Senin bir yüzün var mıydı ki, sensizliğin yüzü olsun? Pardon sevgilim, laflarla birbirimizi dövmeyecektik.
Bu kural çok eskide kalmıştı. Önce suskun satırlarım dile gelecek, şarkı olacak, türkü olacak, sonra yapbozun bir parçasını tamamlar gibi, seni bulup, kafanı gözünü dağıtacaktı. Aşk böyle de şiddet içerikliydi.
Allah'ım yanlış rotalarda dönüp, yanlış yelkenlere yanlış talimatlar verip, "Yeni aşklara yelken açmak" deyip, kendimizi kandırıyoruz. "Hocam, dersimi aldım ediyorum ezber'"den kalma ezberlerim var benim. Sen hâlâ neyi öğretmektesin?
Öyle çok kâbuslarım oldu ki mevsimsel nöbetlerimin ortasında, içmediğim sigaranın izmaritine vuruldum.
Ağzıma sürmemiştim, deli bozuk nidalarında çuvalladım. Öyle çok kimsesiz satırlarım oldu ki, okuyan her insan, kendi karanlığında ışıkları açma telaşı buldu. Biz korkak âşıklarız. Severiz, söveriz, dağıtırız, dağılırız.
Lâkin hiçbirimiz adam gibi bir yürekle, sarılıp sarmalayıp, "Yalansız bir sevmekle geldim sana, yüreğinin en güzel yerini aç bana, yüreğimin en büyük yeri feda olsun sana" demeyiz. Cesur olmak, bahanelerin boyunun ölçüsünü almasına müsamaha gösterip, dobra dobra gizemini örtüp, aşka, "Ben geldim" diyebilmekten geçer.
Öyle çok bilinmezlerimle geldim ki, ben zaten başlı başına bir bilinmezdim. "Nedir?" sorunun hakir görülmediği felsefik sorular muhabbetinde, bu soruyu devralma hakkı her zaman benimdi. Damarıma basıyorsun, çek o ayağını geri! Terleten taş dolu bir kalbin var, çek o günahlarını geri!
Yalnızlık öyle çok kendisine çıktı ki, ne vakit aynaya baksam, kendi gözlerimde yalnızlığı gördüm. Kimse elinden tutup da yârinin, "Haydi gidelim" deyip, türk filmi senaryolarından kalma hâllerle ölüme gitmeyecekti.
Öyle çok, çokluklarım oldu ki zamanla, zamanımı çokça çalanlara içerledim. Ver bana artırdığım zamanlarımı, onlar artık senin değil... Sevmekten anlamak için, sevgi olmak lâzım. Adın yalnızlık olur, sevgi olur, aşk olur, çare olur, derman olur, "Ben kimim?" olur, ama bir şey olur. Taşlaşmış bir yürekle, donmuş bir çareler denizi olmaz. Bu şekilde böyle derin çaplı bir acıyla, bahanelerin simetrik noksanlıklarıyla olmaz.
İçmediğim şaraplarım benim olsun. Sigara da içmem, acıyla sevişmişliğim de yok zaten. Ben ona en çok söverim. Benim olmayan her şey benim olsun. Çaresiz çareler de kim alacaksa, onun olsun. Sen almazsın, sana bolca zevk dolu terk edilmişlikler kalır. Sonra da kendini sorgular gibi, kendinden ve seni sevenden intikam alırsın. Sen kim misin? "Nedir?" sorularında boğulmakta olduğum, ne olduğunu bilirsem nefret edeceğim bir sıfatsızsın. Sıfatına tüküreyim düşlerinin, onlar yaptı seni böylesine insafsız bir deli!