İnsanın Kuşatma Sanatı

İnsanın Kuşatma Sanatı


“İçimdeki münzevi şöyle diyor: ‘Beni sizi anlamaya mecbur bırakmayın.’ Bu, Charles Bukowski’nin incelikle gizlenmiş alaycılığını andıran bir uyarı. Çünkü karanlığın bağrında filizlenen yıldızlar, bana anlamaktan çok hissetmenin bir kurtuluş olduğunu öğretti.”


kumun ve çakılın ötelere seslendiği ömürlere baka kaldım.çünkü en umutsuz yaşamda bile yıldızlar parlıyor dedim kendi kendime.belki yağmurun karga yavruları gibi odama daldığı ıslak bir sabaha uyanmaktı buradaki kader.belki de kumun üstünde tutunmaya çalışan çiğ tanesi kadar kırılgandı umudum.


daha önceleri kutsal bildiğim kitapların sayfalarında kendimi arayarak kayboluyordum. o kitapların ince sızısı içimde öksüz kalmış bir inanç gibi titretiyordu göğsümü. oysa anlamadıkları şey benim de tıpkı onlar gibi korkularımın ve rüyalarımın yangınıyla kıvranıyor olduğumdu. her pusu bir kerbela her yangın bir madımak sanki. ne atlar dolanıyor artık rüyalarımda ne de muradına ermiş niyazlar. yeryüzünde avuntusuyla çoğalan insanları gördükçe içimden bir parça daha eksiliyormuş gibi geliyor.


zamanı gerçek bir aşkla kucaklayabileceğimi sandım bir vakit. dudaklarıma yapışmış bir tebessümdür aşk demişti biri. belki inandım belki de inanmak istedim. hele o gün ellerim ellerde gözlerim gökyüzünde sonsuz maviye bakarken ruhumdaki yalnızlık küllerinden yeniden doğacak sandım. ama bilmedim ki o mavi gökyüzü sessizliğinde nice kayıpların acısını taşıyordu. cumartesi annelerinin de kibritçi kızın da toprağın yüzüne okunan ağır hükümlerin de.


içimde ürperen ne varsa dalga dalga kabardı sonunda. bilinmezliğin sancısıydı bu o sancının kırkikindi yağmurlarına benzeyen telaşlı mırıltıları. yüreğime yığılan sızı bir vakit sonra öfkeye eşlik etmeye başladı. acıyla öfke kardeştir derler ya hani. işte tam da öyle. üstümdeki mavi yorgana sarınmış kurumuş bir ahın kıyısında bir yığın puhu kuşunun tüyleri değiyordu uykusuz alnıma. gün gelir tanrı eşiğinde yitik zamana dönersin diye mırıldanıyordu gölgedeki bir ses. kimbilir belki cibrili bekleyenlerin sesi.


(ve o gün anladım. çaresizliğin tek ilacı hiç umursamamaktı. )


bütün dikenli telleri ve tabut aralıklarını geçerek hani şu her salise seviştiğim ölüm diyen dizeleri kulağıma küpe edip yürüdüm. umursamadım artık. içimdeki muttasıl kanayan güller mi sızlarmış bu dünya denen handa tuğlasına bunca keder yoğrulmuş hayat mı çekilmezmiş. nasılsa sırlar çok dert çok. kimseler bütünüyle anlayamaz zaten.


sonra anladım ki insan kendine de yabancıymış insan karanlığında bambaşka yüzlerini çoğaltır dururmuş. kendi gölgemi taşır gibi bir hanın ıssızlığında sadece mahlûkat olduğumu keşfettim. ilahi onaylı anılara bel bağlayacak hâlim kalmadı. bilmemek bazen bilmekten iyidir. düşle gerçeğin arasındaki o muğlak kapıda beklemek de bir tür özgürlüktür. çünkü inanmak iman etmek her şey yalan diye haykıran dizeleri duydum uzaklardan.


varsın o saraylı kibrin ve ince görünme telaşındakiler diyadelerinde gezine dursun ben ölümü sağanaklarımda tütsülerken bir güvercin gibi ürkek ama inatçı bakarım zamana. elimdeki son umudu yakarken yaralarını tanrısız masalarda tedavi etmeye çalışan bir seyyah gibi hani şu acının nereye gömüleceğine karar veremeyen o eski yolculara selam dururum. şimdi çaresizliğin tam orta yerinde içimde devinen o sisli kehaneti bir rüzgârın nefesiyle dağıtıyorum. umarsızlığım hürmetine kulaklarımda sadece hüzünlü bir tango yahut uzaklardan gelen naif bir hotel california ezgisi var ne kadar yakışırsa artık sağanaklara.


ne kadar tuhaf insan kendisinin ipliğini pazara çıkarıyor bir anda. geriye bir tek bu öğrenilmiş çaresizlik kalıyor belki. belki de sen git çocuğum diyen bir iç sesin arkasından savruluyorum. onu bilmem. bildiğim bu hanı dünyada adımladığım yolun sonuna kadar elimde kalemim ruhumda yaralarım yüreğimdeyse giderek büyüyen bir gökyüzü mavisi taşıdığımdır.


ve işte bu yüzden.


beni sizi anlamak zorunda bırakmayın. çünkü hepimizi yutan onca zamana onca kitaba onca surete rağmen ben çok daha önemli bir işin peşindeyim. kendime dönen yolları kesmek ya da kör düğümlerden bir mavi kelebek çıkarmak. nasıl olsa nihayetinde her şey kum tanelerine tüneyen kırık yıldızlara karışıp gidecek. ve kim bilir belki de unutuşun o uçurumsu vadisinde bile yıldızlar yine parlamayı sürdürecek.


23 Ocak 2025 4-5 dakika 62 denemesi var.
Beğenenler (4)
Yorumlar