Kadın ve Kukla
Marangoz ağır adımlarla çıkmıştı yola büyük bir hengame pazarından. Karşısına ne çıkacağını bilmeden dalmıştı bir güne daha...
Kadın her zaman ki umarsızlığını yaşıyordu hayatının, geçmişin hayaletleriyle bir savaş yaşamış ve yenik düşmüştü. Hayaletlerin esiri olmuştu. Kadının hayatını yönlendirenler geçmişin hayaletleriydi artık. Onların yap dediklerini yapıyor, yapma dediklerini yapmıyordu...
Karşılaşmaları imkansız olan bu iki varlık ?ki sokakta binlerce defa karşılaşmalarına rağmen- evrenin tüm olasılıklarını yerlebir ederek bir araya gelmişlerdi evrenin en sıradan sokağında.
O anda başlamıştı marangoz kuklasını şekillendirmeye, tahtayı yavaş yavaş oyuyordu bıçağıyla, Kadın için yarattığı Kuklayı...
Bir ara marangoza baktı bu öylesine bir bakıştı ama Marangozun Kuklayı biçimlendirişi çekti dikkatini ne kadar sevgi doluydu elleri, ilmek ilmek sevgi ile nakışlıyordu Marangoz kuklasını.
Marangoz bitirmişti Kuklasını bu bir anlık bakış vaktinde. Ama eksik vardı; kadın için adanacak Kuklayı yapmıştı ama kalbi yoktu bu kuklanın. Kendini düşündü, üç bin yıllık sürgün yıllarını, acılarını, sevinçlerini -en kısa an buydu zaten bu düşünme döneminde- merkezsiz bir daire oluşunu, olmadık yörüngelere savruluşunu, parçalanışını, yok oluşunu.... Ardından kadının bakışlarıyla keskinleşmiş olan bıçağı alıp masanın üzerinden hiç tereddütsüz göğsünü yarıp cıkardı kalbini... Ve vakit kaybetmeksizin koydu kuklanın ağaçtan oyma bedenine...
Kadın şaşkındı ne yapıyordu bu marangoz, neden kalbini çıkarıp koymuştu kuklaya hiç bir şey anlayamamıştı. Son bir gayretle Marangoz ?bu sizin için? dedi ve ruhunu uçurup bedeninden kuklaya hapsetti.
Artık bir kuklası vardı kadının, ona hep yardımcı olacak, istediği anda oynayacağı, istemediği anlarda bir köşeye fırlatıp atacağı bir kuklası...
Çok zamanlar geçirdi onla, nedenlerini sorguladı, neden yaptın bunu dedi, bana neden kendini adadın? Nedenler yoktu bunda sadece adanmak vardı; tanrıların kurban istediği bir anda adanmak... Bunu söylüyordu kukla...
Kadın çok mutluydu kendini yargılamayacak, istediği her anda yanında olacak bir kuklası vardı oynuyordu onunla en kırıcı şekilde, kırılmayacağını düşünüyordu ama unuttuğu şey kuklanın da bir kalbi ve ruhu olduğuydu.
Marangoz vazgeçmişti benliğinden, ruhundan ve kalbinden bir bakış anında...
Kalbini ve ruhunu kuklaya hapsetmiş, varlığının kadına adanmış haliyle son bulmasını istemişti.
Kadın hala nedenler arıyordu. Ne istiyor benden, neden böyle birden bire bağlandı bana, nasıl bir insan tanımadığı bir insana bu kadar adar kendini.... daha böyle uzayıp giden sorular silsilesi akıp geçiyordu beyninden.
Artık yıkım başlamıştı geçmişin tüm acılarını bu kukladan çıkarıyordu kadın. Sevecen olan sesi birden değişiyor ve paramparça ediyordu her hareketiyle kuklayı... Bakışlarıyla içini ısıtırken birden geçmişin acıları beliriyor gözlerinde ve daha bir hızlı sallıyordu ellerindeki ipleri. Her bir parçası canını yakıyordu kuklanın ama sesini çıkarmıyordu mutlak bir adanmışlıktı bu yaşadığı...
Mutlak adanmışlık içindeki değişim... Tahtadan olan bedeni ete ve kana bürünüyordu ama tersi bir şekilde kalbi tahtalaşıyordu Kuklanın. O tahta bedeninde her sevgi ile can atışında, bedeninin ve kadının sert duvarlarında yaralanan, parçalanan kalbi tam tersi bir metamorfoz yaşıyor ve her tarafı iri kıymıklarla dolu bir tahta haline geçiş yapıyordu.
Birgün tepeden tırnağa bir insan oldu kukla, kadın şaşkındı ?hani hep kuklam olacaktın hani hep oynayacaktım seninle? diyordu. Kukla ?evet hep kuklan olacaktım, ama sen geçmişin o kadar içinde yaşıyor ve acılarının hıncını benden alıyordun ki bir kalbim olduğunu bile unutmuştun.?
Şimdilerde ne zaman sevmek istese o kukla, kalbinin kıymıklarının yarattığı derin acılarla vazgeçiyor.
Yitik aşklar... Kukla ile kadın arasındaki yüzyıllık serüven bu olmalı... Sokakta, yanımızdan geçen binlerce insandan çoğunun yaşadığı sıradanmış gibi görünen durumun içsel kurgusu...