Kahrolasıca

Kahrolasıca baksana buraya! Aşkımız çığlık atıyor, intiharın eşiğindeyim, parmaklarımı kesecekken beni durdurmaya kalkıyor. Parmaklarıma kıyıyorum, seni bana vermeyen zamanı satırlarımla; mısralarımın en deriniyle, dibiyle dövüyorum. Hey Vicdansız! Suyum ısındı biliyorum. Çetrefilli limonlu aşkımız sapsarı sevemeyeceğimizi anladı, bizden ayrılmak istiyor.
Ne çok biz kullanıyorum satırlarımda. Gerçekte yaşayamayan bizi yaşatmaya çalışmamın anlamı ne? Hastayım. Çok hastayım. Ateşim yok aslında, burnum da akmıyor, üşümüyorum, terlemiyorum; lâkin çok hastayım, sensizliğin hastalığına yakalandım, ne vakit seni çağırsam yine ona yakalanıyorum. Yüreğimde iyice dinlendin mi, sütünü içip boylu boyunca uzanıp sabahı ettin mi? Konforlu yüreğimin bitmek tükenmek bilmeyen misafiri sensin. Kaldırmaya çalıştıkça iyice yapışıyorsun, sokuluyorsun, derbeder ediyorsun, yine de seviliyorsun.

Baksana buraya! Bir kez olsun gerçekten baksana ve görsene. Ne anlamaz şeymişsin! Sevmek tek başına korkardı, onu tek bırakmaya nasıl oldu da razı oldun? Sevmek ve sevilmek ateşi sarmalıydı bizi, bize biz adeta ilaç gibi gelebilmeliydik.
Üç noktanın ömrü bitti. Noktalarımla boğuyorum serin sularımda seni, bittikçe artıyorsun, hem aşk biterken de çoğalmak değil mi? Sevdiğim! Bana, buraya baksana. Şu ağaç da yerli yerinde duruyor, düzen hiç kimseye göre değişmemiş. Sadece yapraklar sararıyor, kısa bir zaman önce askılı giyerdim şimdi hırkayla bile üşüyecek kıvamdayım. Değişiyor, evet, belli ki düzen ve düzenle birlikte bir şeyler değişiyor, sen'im dışında...
Senimi çok seviyorum. Senim benden aldı seni, senimi geri istiyorum. Yaşamak için senden büyük bir parça almalıyım, ihtiyacım var. Mesela yüreğini, mesela gözlerini, mesela sesini, mesela en beter aşkının hazinesini... Bak, üç nokta dirildi. O bile dirildiyse senin de gelmen için bahanen olabilir, öyle değil mi? Ölenler bile diriliyorlarsa bu aşk niye dirilmesin? Bizim aşkımız niçin kendini ertelesin? İnsaflı ol sevdamın çiçeği; insaflı ol, seni koklamak istiyorum, seni içime sarıp, içimde aşkınla erimek istiyorum.

Kahrolasıca, duysana! Haydi, kalbim anlamaz, sever, duysa da anlamaz, anlasa da duymaz, o garip bir yanılgı müptelası. Peki sen? Sen niçin duymaz, niçin anlamazsın?
Kahrolmasana! Belam... Duysana! Küçücük ellerim var, umutlarını tutamam belki; küçük bir kalbim var, sığmaz evin, lâkin yine de büyük sevebilirim. Bilirsin öyle çok, öyle deli öyle kahrolurcasına severim. Sevmeleri kıskandırırım sevişlerimle, bilirsin.

Haydi, ver elini, gidelim buralardan. Çık şiirimden, çık satırlarımdan, gerçeğe dönsene, daha ne bekliyorsun? Ölmemi mi? Ver elini, gidelim. Birbirimizden gitmeden dünyanın kahrından gidip mutlulukla sözleşelim, imzanı at tam da kalbime. Mührüm olsun, başkasına bakarsam aşk tekmeleyip dursun. Bir de çocuğumuz olsun, adı merhamet... Nefretlerimiz çoğalacakken bize sarılıp içimizde uyusun. Baksana dönmen ve sevmen için ne bahaneler ürettim, eskittim artık kalemimi, yıprattım düşüncelerimi, saçlarım da çok uzadı, bildiğin o aşk dolu sevdalı değilim.

Ruhum yaşlandı, yaş aldı çok. Eklerim yaşını yaşıma, katarım dertlerini dermanlarıma, duysana! Baksana! Ne çok ünlemim oldun. Dikkat! Sevmek var çekilin yoldan, öyle bir sevmek var ki koynunda yılan beslercesine acıların en büyüğü o sevmekte var. Böyle bir sevmek yaşatmayacaktın bana, dünyalarımız ayrı olup da o dünyadan birbirimize seslenen olmayacaktık. Ellerimde gözyaşlarımın kanlı hadiseleri olmayacaktı. Keşkeler büyütmeyecektik bir daha. Fon müziklerinin ruhumu okşayıp beni derbeder ettiği anlarda aklıma acıyla gelen sen olmayacaktın. Gülümsedim. Acılarıma gülümsedim. El salla kameraya, baksana aşkımız dillere pelesenk olmuş, dillerde dolanıp durur. Herkes ezberlemiş, herkes bilmiş, bir vefasız yâr bir de deli gibi seven biri var.

Hikâyem olmuşsun. Sonunu yazıp başa döndüğüm, kısır döngülerim olmuşsun. Türkü çığırıp içimden kovarsam yalnız kalacağını düşünüp acıdığım olmuşsun. Sen benim her şeyim olmuşsun.
Kolum, kırık kanadım, ebedi aşkım... Hasret çağırmışlığım olmuşsun. İçten içe akıttığım gözyaşlarım, bitmek bilmez yaşlarım, hızlıca ilerleyen mevsimlerim olmuşsun. Yaprakların bir sararmış, bir açmışsın bahar çiçeği gibi, bembeyaz olmuşsun kar gibi, masmavi olmuşsun güneşe âşık deniz gibi. Ne acı ki hiçbir şeyin olamamışım, uykularında bile yer etmemişim, rüyan bile olmamışım...

Di'li geçmiş zamanlarımın sahteliği olmuşsun, aslında şimdiki zamanımın canı olmuşsun. Kör ebe...
Körebe değil bu aşk, kör ebe... Kendimi bulamam ki bir daha, kör ebe... Sus! Refakatçi almam seni derin yalnızlığıma, hastayım, çok hastayım. Yalanlarınla şifa bulamazsın yaralarıma.
Gökyüzü akşama sarılıyor, sabah bitti, günaydın. Öğle vakti de çoktan geçti, tünaydın. Akşam geliyor, sensiz yepyeni bir akşam daha, iyi akşamların olsun. Gece de bu gece koynunda uyutacak beni, sensiz gecelerden korkarım da, teselli bulacağım yastık misali koynunda...

İyi gecelerin olsun. Gecelerin hep iyi olsun. Bak, o yıldızı görüyor musun? Adı kör ebe olsun.
Seni bulmak için çırpınırken kendini kaybeden ve bir daha hiç görmeyen, parıltısı sönen kör ebe...
Kör ebe bizim yıldızımız olsun, biz dedim bağışlar mısın? Af yoktu aşkında, cezam müebbet olsun...
Yatarım sensiz gecelerin koynunda ilelebet, alıştım zaten. Güldürme, bittikçe çoğalacağını sen de biliyorsun. Ver elini zindan gecelerime, teselli bulsun. Beni sevmez, acır sadece, o bile sana âşıktı.
Güzel uykuların olsun. Rüyana bir yabancı gibi dâhil olamamak bile acıtıyor, kahrolasıca!
Kahrolduğumu görmek bir yana, beni bile görmüyorsun...

13 Ekim 2012 5-6 dakika 464 denemesi var.
Yorumlar