Kanatma Düşlerimi
Ah min-el aşk! Tozkoparan bir rüzgâra benziyordu nefesin gezinirken boynumda ve ben göğsümde saklıyordum ellerini üşümesinler diye... Hava soğuktu, bizim umurumuzda bile değildi dışarıdaki kızılca kıyamet, dudaklarında bir kor saklıyordun sen ve ben o korda yanıyordum bir pervane misali, ateştin sen bense bir tek sende yanmaktan korkmadım ki...
Ama sen bilemedin yangınlarımın sensizliğimde verdiği acıyı, hep başka alevlerin ortasında yandım sandın, oysaki ben ruhumda taşıyorken ateşini, nasıl başka alevler sarabilirdi ki bedenimi... İlle de dokunmalıydın değil mi düşlerime, olmuyordu değil mi hissetmeyince düşlerimin alasını ve mabedinde saklamalıydın ille de ruhumun güneş söndüren hiçliğini, gürül gürül gelmeliydi sana akan hayat... Beni saklamalıydın kendinde ama beni kendine saklamayı hapsetmek sanarak ne çok acıttın canımı...
Canım, baltanem, ben baharlanırken sana ve uyanırken kışın sonunda bir bahar gibi, sen sakla beni yine de en derinliklerinde ve huzurumu doldur içine bir bebek uykusu tadında, saçlarının kokusunu yokluğunda bile içime çekiyorum ama sen 'Aşk dokunmaktır' diyorsun en karanlık düşlerimde... Ve gidiyorsun... Bense ardından haykırıyorum sana seni sevdiğimi, aşk diyorum ille de dokunmak değildir ben senin ruhunu sevdim diyorum, karanlığa karışmadan önce bir el sarıyor bedenini, korkuyorum seni kaybetmekten, ürküyorum. Korkularımı ayaklarımın altına alıp sana koşarken, beni bırakıp gidiyorsun 'Ne yaparsan yap' dercesine... Gitme!
Gitme, gel sevişelim sabahlara dek istersen dışarıda tufan kopsun, gel gitme ne olursun tamam vazgeçtim her şeyden en azından göğsünde bir anlık huzurlu bir uyku ver bana, tamam hepsinden de vazgeçtim dizlerinde yatır saçlarımı okşa yeter diyorum, yeter yetmesine de, hepsi bir feryattan öteye geçmese de ben bunları yaşıyorum sensizliğimin hüzünbaz renklerinde, bak siyaha boyanıyor düşlerim, ben dizlerinde buluyorum kendimi, kırmızıya boyuyor dudaklarındaki öpüş birden aydınlanıyor sevgilerim, ben sevdamı yaşarken içimde sarımtırak hüzünleri geride bırakıyorum... Bana senin rengin nerede deme, sensin benim gökkuşağım anla işte.
Anlaşan kaç yazar ki değil mi, zerre kadar değişmedin sen kendi içinde, yine aynı terane yine aynı hikâye, hep değişimlerin peşinden gittin ama bir nebze değişmedin değil mi? Kıskanma beni ne olursun, sen kıskandıkça sadakatimi sorguluyorsun, sen sadakatimi sorguladıkça güvenimi yitiriyorsun, ben güvenimi ellerine bıraktığım sadakatimle senin bu durumlara düştüğünü gördükçe tükeniyorum anlıyor musun? Tükeniyorum, gel tüketme beni, inan bana benim bende bir harf kaldıracak durumum kalmadı, üşüyorum geceleri o zaman çünkü sen benden gidiyorsun, hayalinin peşine takılıp gidiyorsun ve ben yapayalnız kalıyorum, ne yapsam ısınamıyorum sevgili... Üşüyorum.
Sana olan sevgimi bir tohuma verseydim eğer koskoca bir çınar olurdu bir anda ve gördüklerine inanamazdın, öylesine ayakta dururdu ki sanırsın yüzyıllık... İşte ben sana bunu anlatamadım ki kökleri sağlam olsa kaç yazar sevgili. Nerelerdesin bilemiyorum, şimdi kimler saklıyor seni kendine, kimler seviyor ruhunu ve söyle bana haydi kimler okşuyor saçlarını dizlerine yatırıp seni... Yapma! Kanatma düşlerimi...
Kala kaldım avuçlarında cansız bir kuş gibi, oysa o kadar feryat ettim ki sana, çok sıkma dedim, canım acıyor yapma dedim, şimdi cansız bir kuş gibi kaldım avuçlarında... Hayalinde yok artık beni gözlerinde saklayıp yüreğine gömecek... Toprak soğuk sevgili, ben yüreğinin mezarlığında boş bir mezar buldum ve yattım içine aşktan habersiz, sen üzerime örttün avuç avuç toprağı... Ben toprak oldum sevgili ve sen sanıyor musun ki toprağın altında kalacağım öyle suskun, bir tohum bulurum ruhuma denk düşen, çatlatırım sevdamla o tohumu, sonra çıkarım toprağın altından asi bir fidan gibi, aşkla filizlenirim sana, çiçeklenirim ve sen kokarım sevgili... Seni sevmeme engel olamazsın ki... Onun dışında ise özgürsün. Gidişin acıtsa da canımı hırçın bir rüzgâr gibi, sensizliğin karşısında eğilmem bir daha ve seni yaşarım her hücremde... Kolaysa engel ol hadi seni sevmeme...