Kar Taneleri
Evrende bir kar tanesi uçuşuyordu o gün. Minicik bir kızın öyküsünü tek bilendi o.Küçük ve soğuk...Ve eşi benzeri yoktu.Her kar tanesi bir öyküydü, o kar tanesi ise minik kızların öyküsüydü.Evrende kar taneleri herkesten daha özgürdü.Hepsi kaybolmuş bir lügat ta aslı bilinen, yabancı süsü verilmiş birer masaldı adeta.
Bazen kar tanelerinin okyanuslardan daha büyük göründüğü bir gezegende yaşıyorduk. Küçümsenen kar taneleri bizden de büyüktü. Evren suskun, gökyüzü bilgiç tavırlarla suskunluğu bozuyordu. Tıpkı güneşli günden gelen kar tanesi adlı ilham gibi yersizdi bulutlar: Ait olan fakat dışta kalan...
Gökyüzü kendi çelişkilerinden ilham alarak edebiyat büyütürken, altındaki bizler kar tanelerinin savruluşlarını taklit edercesine nefes alıp veriyorduk. Fırtınaların, savaşların ortasında çocuklar büyüyordu. Kar taneleri kadar dingindi anneleri. Susmuş, ezilmiştiler ve kirli diye tabir ediliyordu kullanılıp atılmış rahimleri. Fakat orası hepimizin başlangıcı değil miydi?Hiçbir varlık kendi başlangıç noktasına bu denli küfretmiyordu.Kar bile gökyüzü adını verdiğimiz, yersiz bir kızgınlıkla onu kilometrelerce öteye savuran kendi sıfırını incitmiyordu.Kaşlarını çatmıyor, tek bir kelime etmeden özgürce salınıp gidiyordu.Belli ki bu gitmeler daha asildi.Bu asaletin sebebi elvedasız ayrılıktı belki...Peki kaç insan bu kadar asil davrandı dersiniz?
Bu gezegende yakınında olduğun daha büyük görünüyordu göze. İnsanlık mı bu denli küçüldü yoksa ben mi çok uzakta kaldım aklım almıyordu. Belki de bir kar tanesi tüm bakış açımı varlığıyla dolduruyordu.
Dört mevsime sığdırılmış bir edebiyat vardı gökyüzünde. Sıcak kalemler hep üşütmüştür içimi. Nerede kalemin ucundan salınırcasına düşen bir sarı yaprak görsem kendime gelirdim. Bayram arifesi çocukları gibi şen şakrak olurdum kar görünce. Kar bambaşka kokuyordu ve başlangıcına ihanet etmeyen bu ilham unsuru belki de bana kendi başlangıcımı hatırlatıyordu. Kar soğuğunda anne sıcaklığı hissediyordum.
Ait olan fakat dışta kalan bir nesneydik. Kulağımın dibinde çığlık atan yalnızlık bile çok uzaklardaydı. Kar tanelerinin geldiği yerdeydi belki varlık. Varlıkları tanımlamaya çalışırken yok olduğumuz günleri he unuttuk. Belki de unuttuğumuz yokluklardı gerçek yoksunluk.
Kar tanesinin başlangıçtan hızla koparak geldiği bu gezegen bir avuç insanı avucunda tutmuş, geri kalanları tırnak uçlarına kadar savurmuştu."Öteki" adını koymuştuk 'tırnak içindekilere'.Ve ötekileştirdiklerimiz inatla aynı kaldıkça, biz başkalaşım tufanına tutulmuştuk evrim yemini etmişçesine... Düşünmeden renkleri yarıştırırken hayranı olduğumuz gökkuşağını kendimize küstürdük. Siyaha küçümseyerek bakan gözlerimiz de genellikle siyahtı. Fakat biz siyahın kondurulmuş olduğu beyazlığı savunduk hep, vicdanımıza karşı...
Kar tanesi hızla bana doğru gelirken yalnızlığımdan ödün veriyordum. Soğuk diye suçlanıyordu kar tanesi... Anlatmaya yetmedi kelimelerim; soğuk olan o değildi, biz üşüyorduk...
Uzaktan gelen kar tanesine de soğuk dedi insanlık, insanlıktan öteye giden bana da soğuk dediler. Soğuğu 'sıcağın yokluğu' diye tanımlayan gezegenin fertleri, yaptığı küfrün anlamını dahi bilmiyordu. Avuçlarımı kar tanelerine açıp, güneşe sırt çevirerek soruyordum insanlığa: Sıcaktan yoksun dediğiniz yüreğim, hanginizden daha soğuk?
Ateşten kaçan kar tanelerine...
Onların sadece gökten düşen beyazlıklar olmadığını, sadece bir tabiat olayı olmadığını, başka başka olaylar ile ilintilendirerek, kelime ve cümle zenginliğide katarak güzel bir denemeye imza atmışsın Gamze kutlarım yürekten başarıların daim olsun...👍