Kavruk
Araba dönemeçli, tozlu yolda ağır ağır ilerliyor. Güneş her zamankinden daha bir yakıcı, yükseklikle birlikte ışınları kavuruyor. Çakıllı yolda bir sağa bir sola döne döne gidiyoruz. Buram buram ter kokusu içeriden dışarıya dağın tertemiz havasına karışıyor. Koltuklar ıslak, gömlekler ıslak, camları kapatsak buğu olacak, boğulacağız. Gidiyoruz gitmesine de, erimez isek şükredeceğiz, inip toprağı öpeceğiz. Çok lazımdı diyesim geliyor ama susyorum, dayak yemekten korkuyorum, daha bir sinip arabada gölgeli, serin bir yer arıyorum. Yok çadır kuracaklarmış da, yok hamakta sallanacaklarmış da, yok kızları kesip ahlayacaklarmış da, yok denize girip deve güreşi yapacaklarmış da, mış da mış. İşte bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete diyorum, öyle bir bakıyorlar ki daha da siniyorum.
Kardeşim dedim, olmaz. Su yok, tuvalet yok, böcek sokar, yılan çıkar, soğuk olur, çiğ iner kırağı biter, kurt olur ne bileyim olur da olur. Tamam ben yine sineyim.
Araba toz ata ata ilerledikçe, yeşillikler bulutlanıyor, ortalık sise bürünüyor. Kenarda otlayan bir kaç inek, bir iki koyun dışında bir allahın kulu da yok be kardeşim. Herkes sanki suya dalmış, ormana kaçmış, gölge neresi varsa oraya yatmış gibi. Bu hayvanların aklı olsa onlarda aynı şeyi yapardı, aha işte bu hayvanların diyip arabadakileri gösteresim geliyor ama yapmıyorum, yapamıyorum. Bakamıyorum, ben yine pencereden bakıyorum.
Bir henzemin geçitten geçiyoruz tren yok, gözükmüyor ama tren yolu upuzun uzuyor, sıcaktan buharlar oynaşıyor travertenlerde, demir raylar üzerinde, bunalıyorum. Bir ter damlası yavaş yavaş iniyor, iniyor, damlıyor, rüzgar kesmiyor ki kafamı dışarı çıkartayım. Olmuyor, bu sıcak bunaltıyor. Bir benzin istasyonu var sağda, duralım da bir şeyler içelim diyeceğim, desem mi, onlar dalmış konuşuyor, eh be kardeşim dur şurda elimi kolumu, yüzümü yıkayacağım, şu yalağa dalıp yatacağım, üzerimden bin tane inek su içse umurumda değil, dur ulan dur! diyesim geliyor... Demeyeyim hadi.
Kavruk kavruk leblebi, kavrulmuş mısır, tenceredeki unun, fıstığın kokusu geliyor, helvamı mı yapıyorlar diyorum, bakıyorum, hadi be canlıyım. Demek çağrışım yapıyor, bunlar mı kavruluyor ben mi karıştırdım, beynim gidiyor, dur ulan dur!
Saat daha üçü yeni geçmiş, güneş batar mı acaba, bugün bir değişiklik yapsa, biraz şaşırtsa, olur mu ki, hadi be koçum yap bir iyilik, vakitsiz bat bugün, olmaz mı? Şöyle bak yavaş yavaş aşağıya doğru iniyorsun, denizin üzerinden karşıkı tepenin ardından hop! Allah kahretsin yemedi, olmuyor.
Benzin bitmez mi acaba, biter belki, o zaman mecburen çekeriz kenara, bir ağacın altına, bekleriz, en serin yeri ben bulurum, yatarım allahıma, ben de şans yokki bunlar beni gönderirler benzin almaya, sonra da yürü yavrum yürü, bitme lan sakın benzin, ben etrafı seyredeyim.
Çıkmadan evden dedim, abiler gidelim bir otele, havuz var, servis var, hizmet var. Kadın, kız desen o da var. Oda serin, deniz serin, oyun var, aktivite var, animasyon var, var da var lüks işte. Dediğimle kaldım. Dinlemediler, kuzu kuzu hazırlandım. Şimdi bu tozlu taşlı yollarda damlayan terler arasında, büzüşmüş, suratsız halimle git babam git. Bitmek bilmedi bu yol be kardeşim, bas gaza diyeceğim ama korkarım, polis ceza yazar, adam kaza yapar, üstüme kalır. İleride bir yerlerde uzun uzun kavak ağaçları var, tepelerine bakıyorum sallanıyor, rüzgardan. Oralara doğru kıvrılıyor mu diye bakıyorum, tam tersine gidiyor yol. Ben de şans olsa zaten diyorum. Bir ara birisi dönüyor bana bakıyor, bir şeyler diyor ama duyamıyorum, şakaklarımdan yavaşça uzayan terler kulaklarıma girmiş, anlamıyorum, hadi be der gibi dönüyor önüne. Bu adamın daha çok para kazanmasına yardım etmem gerek diye düşünüyorum. Dönüşte havalandırmalı bir araba ile değiştirir falan belki. Uyanık mıyım diye bir çimdik atıyorum, uyanığım rüya değilmiş.
Vites değişiyor, araba biraz yavaşlıyor, hah duruyoruz ya da benzin bitti, ne bileyim mola verecekler diyorum, hafif yokuş aşağıya inmeye başlıyoruz, manzara değişiyor. Önce hafif, sonra daha hızlı bir Ege meltemi çarpıyor yanağıma, sonra serince yalıyor yüzümü. Deniz sesi geliyor kulağıma, terlerim kurumuş, kulaklarım açılmış. Denizin çırpınışları, dalgaları gözüküyor uzakta. Araba yaklaşıyor, iniyor. Yemyeşil, ağaçlarla kaplı bir yere geliyoruz. Dümdüz yeşillik, küçük bir koy, etrafı çevrili, bir kaç da çadır. Martılar uçuyor, iniyor, çıkıyor. Rüzgar bir o taraftan, bir bu taraftan esiyor. Duruyoruz.
İniyorum, eşyalar inecekmiş, bir dakika be abi, beklesin. Hele şöyle bir nefeslenelim. Ayaklarımı suya sokuyorum, kıyıdaki kuma bata çıka yürüyorum. İndirsinler çadırları, kalıyorum. Ben bu doğayı seviyorum.