Kavuşmanın Kırılan Kanatları
Her zaman olduğu gibi, yine kafa karıştırıcı bir başlık ile sizlere merhaba diyorum. Kavuşma, kanat, kırılmak... her dem neden hüzne kartpostal gönderdiğim aklınıza takılabilir belki. Yalnız, bunun sadece bir üslup olarak sınırlandırılacağını da söyleyemem. Üslup, duyguları değil ancak duyguların renk tonlarını belirler. Yani bir anlamda her şekilde anlatımım bu yoğunlukta olabilir. Fakat bu demek değildir ki, sizlere olumsuz duygu yüklemeye çalışıyorum.
Sadece, hayatın gerçeklerini, gizemli kavramları, unutulan endişeleri, bilinçaltına atılan umutsuzlukları paylaşmak istiyorum hepsi bu. Şimdi başlığa dönersem, kavuşmak nedir? diye sorduğumda; onun vuslat ta veda etmek olduğunu söyleyebilirim. Kavuşmak, gözlerin ışıldamasına neden olan ender durumlardan, kişiyi mutluluk komasına sokan birkaç harften oluşan esrarengiz bir dil hediyesidir. Kavuşmaya, veda edenler, aslında ayrılmaya da veda etmiş olurlar.
Bu ise, ayrılık ve kavuşmanın derin kıvrımlarını yaşayamama ve uzunca bir yürüyüş olan kavşaklı ömürde, her an yere yıkılma demektir. Bilir misiniz, kollarını açıp da gel artık diye birilerine kucağını açmayı unutanların hali, içler acısı, viran olmuş yıkıntıya karışmış kullanılmayan çöplüklere benzer. Kim ki, gelecekte bir kavuşmayı hayalinde canlandıramıyor, buna dair bolca abartı soslu bir rüya göremiyorsa, yaşamanın ağırlığını kaldıramıyor demektir.
Demek istediğim, keskin virajlardan örülmüş bir tem otoyolu olan ömür, her an için bir ara yola ayrılabilir. Ve biz, o yol değişiminde kendimizde yoğun duyguları bulamazsak duygusuzluk asfaltında zift sıcaklığında yanarız. Kavuşmak demek aynı zamanda özlemi uykuya yatırmak, bebek tatlığında agulayarak gülmek demektir. Ya kavuşmanın kanatları nelerdir ve neden kırılır... onlar ise umudunu hiç kaybetmeden bütün engebelerde koşabilmek, yenilmiş hatta en sonda kalıp bitiş çizgisine gelemeyeceğini bilsen dahi nefeslerini dinlenmek için değil de, yollara birkaç iz daha bırakmak için kullanmak demektir. Eğer ki kavuşmanın kanatları kırılmışsa, birbirlerine bağlanmaktan usanmışlar insan topluluğunu nehir gibi doldurmuş demektir.
Gözlerinde bir son çareyle gel diyebilme cesaretini gösteremediğimiz anda bilmeliyiz ki kavuşmanın kanatları alaflara karışmış ve umutsuzluk diyarının külü olmuş olur. Bazen, haklısınız ne bir gel diyen ne de gidip sarılabileceğimiz birilerini göremeyiz. Yaşadığımız yerde bir de sahil varsa, yani deni dalgalarıyla meltemlere selam yolluyorsa ve yalnız, te başınaysak... birkaç adım ötede şen şakrak gülüp, kahkahayı israf edercesine savuranlar, soğumak üzere olan çaylarını buharlı simitleriyle ellerine almışlar ve biz de taşların üzerine oturup, gökten geçen uçakların sinyallerine ve camlarına bakıyorsak, kavuşmanın kanatları değil kendi bedeni dahi ortadan kalkmıştır.
Olsun, yıkılmamak insanlığın şanındadır. Böyle anlarda, diyemem ki bedavadan öylesine, anlamsızca gülün. Ama en azında uğraşın, o anda yanaklarınız ıslanabilir bu en doğal hakkınızdı. Zaten aksini düşünmek biraz duygu tüccarı olup, anlamama olarak anlaşılmaz mı ki... Yaşamak zorundayız... ayakkabılarımızın yırtılmasına, gömleğimizin renk kaybetmesine aldırmadan. Verdiğimiz selamlar boşta da kalsa, ekmek için ilahiler yazacak hal gelecek olsak da, evladımızı toprağa versek de yıllarca unutulmuş olsak da, yaşamak ve gerektiğinde çatlarcasına gülmek zorundayız..
Unutmamamız gereken bir şey varsa, güneş her zaman sadece bizleri terletmek için doğmaz bir gün sabah aydınlığında fenerimiz de olur.. unutmayalım ve hüzün çorbamıza tebessüm baharatı ekerek trajik olan hayatımızı komedi fragmanlarıyla taçlandıralım... sevgiyle kalmanız dileğiyle... 22:09 08/06/2012