Kelebek Zamanı
Gün gelir, farklılaştığının farkına bile varmadığını anlar insan.
Kesinlikle kabul edemem dedikleri için savaşırken bulur kendini. Bu yarının bugünden şekillenemeyeceğinin örneğidir.
Evet bir yaz sabahında yataktan kalkıp pencereden dışarı bakınca sokağın karlar altında olduğunu görmek değişmektir. Ama maalesef insan ve doğa hukuku gereği bu tür kabullenilemeyecek değişimler birden bire olmaz. Ölüm ve aşk için bir parantez bekleyenlere söylemem gerekir ki, tüm şoklar bir hazırlık dönemi geçirir. Kazalar da buna dahil olmak üzere, şaşkınlıklar o anın yaşanılabilir bir şey olmadığına ikna edemez insanı.
Ve bu noktada, zaman denen o en büyük buluş girer devreye, yavaş yavaş dokuması gerekir büyük değişiklilerin. Çünkü alışkanlıklar, tanıdıklar, öğrenilenler ve bilinenlerle örülü bu yaşam çerçevesi içindeki portrenin, bir gün değişebileceği hüsnü kabulüne ulaştırılmak isteniyorsa (olumlu ya da olumsuz yönde) gün be gün değil an be an bu uğurda çaba harcamak gerekir.
Bugün doğan bebek için ninesini getirseler karşınıza inanmazsınız.
30 yaşındaki bir insanı getirseler dalga mı geçiyorsunuz, dersiniz.
3 yaşındaki bir çocuk için kuşkulu bakarsınız. Bi tür hastalık mı acaba?
1 yaşındaki için acaba 18 ay mı sürdü hamileliği diye anlamsız bir düşünceye kaptırırsınız kendinizi. İnanmasanız belki ama, inanmak için zihninizde yer bakarsınız.
3 aylık bebek getirseler aa ne kadar sağlıklı.
1 aylık bebeği getirseler
Ya bir haftalık bebeği getirseler.
Şahsen ben o an da, başka bir gün 2 haftalığı getirdiklerinde peşinen kabullenmiş sayarım kendimi.
Zamanın yaklaştırmak ve ya uzaklaştırmak için kurgulanmış somut ve soyutun tam ortasında.
İnsana nicelik ve nitelik bakımından bir bütün oluşturmak, uyum sağlamak ve sorguyu en aza indirgemek adına lütuf edilmiş bir kavram olduğunu düşünüyorum. Lütuf mu.?
Hayatın şekillenmesi adına kullanılan en güçlü silahtır kendileri.
Sinsice kullanıldığında daha yavaş daha uzun bir yol da ilerletildiğini ve bu sayede etki kuvvetinin ve alanının genişlediğini düşünüyorum.
Fakat olumlu gelişmeler karşısında, kabullenilmesi kolay olduğu(kabullenilmemesinin de) ve olumlu şeylerin daha az görüldüğü için belki de kapsamı ve etkisinin daraldığını kanısındayım. Çoğu zaman tutukluk yaptığını, amacına ulaşacak için hassasiyet şansının ona bahşedilmediğini biliyorum. Bunun nedeni olarak da, hayatın süregelen düzeni içerisinde, maceraya atılmak yerine olmasa da olur kanaatinin yattığını söyleyebilirim.
Olumsuz gelişmeler için bu silah başkalarının elinde, olumlu gelişmeler için bireyin kendisinin elindedir. İnsan kendi iyiliği için yalnızca başkasının kötülüğünü düşünebilir.
Tabii ki burada toplumsal ve bireysel olarak düşünülürse. Toplumu oluşturan bireylerdir mantığı aklımıza gelebilir. Bu mantıktan hareketle bireyler toplum için oluşur diyebiliriz.
Hiç kimse Tarzan Rıfkı değilse tabiî ki. Ki kendisi de orman topluluğunun bir bireyi.
Özgürlüklerinin farkında yaşam sahasının sınırlı olduğunu biliyor. Her gün ceylan yersem bir gün ceylan yiyemeyeceğim diye düşünüyordur pek tabii. Topluluksal olarak da bakacaktır sanırım bu olaya çünkü doymaktan başka güdüleri de var. Aklına kurt gelecek varsa tabiatında aslan, onlarda ceylandan besleniyor, böyle devam edersem onlarda olmayacak bu yaşam alanında, onlar da onlar da onlar da.
Bu noktada bireysel özgürlüklerin toplumsal kaygılara neden olduğunu şuur edecektir Rıfkı. Çünkü burada bahsettiğim ne ceylan ne aslan ne tilki bahsettiğim insan.
Değişmesi lazım geldiğini, zamanın alehine mi lehine mi geliştiğinin farkına varması gerektiğini anlamalıdır. Bir düzen kurmalıdır. Bireysellikten vazgeçmek bir noktadan sonra mecburiyet haline gelir ve farklılıklardan ortak bir yaşam alanı kurmak yani sosyalleşme bilincine erişmek, yadsıyamayacağı tek gerçek oluverir.
Zamanın buradaki görevi ise, gün gelmiştir, hiç tanımadığı hiç benzemediği Adem ile Havva dan bu yana yolları ayrılmış iki insanı, dünyanın iki ayrı kasabasında aynı düşüncelerle pencereden sokağa bakmalarını ve aynı şeyleri düşünmelerini sağlamaktır.
-Halbuki- iki ayrı dünyanın iki ayrı yaşam süvarisi idiler.
Hal-bu- ki, ne kadar değişip birbirine benzemişler.
Başlarda aynı kasabanın iki yakasında birbirilerinden habersiz iki insandı.
Gün geldi teknoloji değişti, dünyanın iki ayrı kasabasındaki iki ayrı insan olu verdi.
Gün gelebilir, bebeği nine olarak tanıtmak ne kadar saçma gelebiliyorsa şu an bize
Evet gün gelebilir. İki ayrı dünyanın iki ayrı kasabasında iki ayrı insan iki ayrı pencereden iki ayrı sokağı aynı düşüncelerle, seyredebilir. Kar yağarken.
Değişmek, gelişmek ile beraber düşünülen iki kavram. Ama terside olabilir. İnsan ortada durduğu için yani geçmişi yüz yıllık geleceği yüz yıllık satırlarda ve ya sandıklarda kilitli olduğu için bunun manası gerilemekte olabilir.ve gerilemek bazen kötü olmayabilir.
Gelişmek ilerlemek ile anılır. başta söylediğim gibi ilerlemek, yakınlaşmaya ve ya uzaklaşmaya gebedir. Aslında ikisine birden.
Kişi bu birbirinin devamı olduğu kadar aksine beyninde çelişkiler yaratan bu kavram kargaşası karşısında, kendisini rüzgara bırakır. Zaman rüzgarına,
Çünkü umudu vardır.
İşkenceyle dayatılmayla terörle vurmayla kırmayla bir hayal ölebilir. Bunlar şeklen dar düşüncelerin, kısa vadeli, kabile ideolojilerin yöntemidir. Bu insanlar, amaca değil araca hizmet etmektedir. Ki amaç aslen kendilerinindir fakat hizmet ettikleri aracın sadece yolcuları olduğunun farkında değillerdir. Hayal avcılarıdır, hayal yamyamlarıdır.
Uygulanan asıl yöntem kelebek etkisidir.
Planlanan organize edilen ve sonuç beklenen. Kimi sosyolojik düzenlerin kimi psikolojisi bozuk imparatorları daha güçlü olduklarını birbirlerine kanıtlamak adına bu yöntem çevresinde el eledir. Kuvvet birliği yapmaktan kaçınmazlar. Beklemek onlar için sabretmek değildir. Aksine bu oyun karşılaşma bitene kadar çok zevklidir onlar adına.
Ben ise eminim bu kelebek çoktan salındı çayıra.
Mevlam bizi kayıra.
Zamanın, gün geçtikçe daha olmak istemediğim yerinde buluyorum kendimi. Daha mı iyi idi kurtuluş savaşında
Mute de
Milattan önce
Taş devrinde
Daha iyi idi, diye düşünmeden alıkoyamıyorum kendimi.
Hiç olmazsa bir kelebek ile değişecek güçte değildi dünya.
Düşünsenize yanlış bir uçuşla yanlış bir sensöre
Maazallah...
Saygılarımla..