Kendi Kuyruğunu Kovalayan Hayatlar
Öyle zor olmadı kendimi kandırmam. Bir çocuk oyunu kadar da eğlenceliydi sonumu izlemek. İnsan seke seke kahkahalar içinde sonuna gider mi…
Gidermiş meğer…
Soğuk ve tozlu kuytularda ölmesi için bıraktığım yarım kalmış duyguları ara sıra kontrol ederken, hala ısrarla, değişime karşı göstermiş olduğum başarıyı görünce, kendimi takdir etmeden geçemiyorum.
Geçmeyen bir karanlık sevdası…
Nasıl da zifire boyadın sen beni tanrım, bir türlü arınamıyorum...
Kendi kuyruğunu kovalayan hayvancıklar gibiyim. Bu içgüdüsel oyunun sebebini halen kavramış değilim.
Kendini koruma ihtiyacı mı...
Yoksa merak mı…
Ya da eğlence…
Yoksa bir bütün olma ihtiyacının verdiği eksiklik duygusu mu…
Acaba kendi kuyruğumu kovaladığımın farkında mıyım…
Ya değilsem, bu daha da acınası mı olurdu…
Hiç bilemiyorum...
Sadece bir dürtü belki de, yakala ve rahatla. Ne sanıyorsam. O kuyruğu tutunca her şey bir anda büyülü bir şekilde huzura mı erecekti, allah aşkına kimi kandırıyorum.
Hepsi bir yana belki de korkudandır o kuyruğu tutmayışım. Her şeyin bitmesine hazır olmamam. Başka amacım yokmuş gibi öylece ortada kalırım endişesi ile belki de bu oyunu uzatmak istemişimdir.
Kim bilir, ben değil.
Oldukça karışığım.
Korkum tam olarak ne ki benim...
Bir bütün olmak mı, kendimle baş başa kalmak zorunda kalışım mı…
Kendimi uzaktan izliyorum. Kuyruğu kovalayan ve bir kuyruk olarak kovalanan beni.
‘Ah bir yakalasam’ diyen tarafıma inat ‘ya yakalanırsam’ diye olacakları düşünen yanım çatışıyor. Bu kavganın sonunu düşündükçe daha da ağırlaşıyor nefesim.
Hele kendi derime geçen tırnaklarımın acısıyla kavrayacağım gerçekliği ve bana bırakacağı hiçliği düşündükçe çıldıracak gibi oluyorum.
Yine...
Tercihlerde nefret eden yanım ağır basıyor. Her zaman yanlışı seçen tarafım ise giderek sabırsızlanmakta. Bir felaket daha istiyor benden. Bir kahroluş daha. Doğru seçenek olsa bile yanlış zamanda geldiği için kocaman bir yanılgıya dönecek olanı tutup yakalamak için bana yalvaran gözlerle bakıyor.
Ama hayır, o kuyruğu daha yakalayamam, bekle.
Aslında uzun zamandır yaşamaya halim yok. Kımıltısız bir bedene hapsedilmiş, dışındaki her şeyden haberdar ama içinde hiçbir can emaresi olmayan yaşayan bir ölü gibiyim.
Kısacası ben kimim ki sana tepki vereceğim.
Böylesine kendinden geçmiş bir bedene, her gün soluduğum şüpheye, damarlarıma işlemiş bu kedere, tüm bunları varlığıma eken kişiye lanetler olsun...
Zaten tek yapabildiğim içimden lanetler okumak, en azından bunu hakkıyla yapayım.
Yine kararsızlık…
Kısmi çözülmeler yaşayan ruhumu hiç sevmiyorum. Bazı zaman, içime kabul ettiğim gün ışığı gözlerimi kamaştırıp beni yanlış yollara sokuyor. Biliyorum ki karanlık daha güvenli. Bildiğim, her zaman alışkın olduğum yaratıklarla daha mutluyum.
Bir acaba ile yıkılan dünyanın enkazı altında geçen zamanın ne kadar acınası olduğunu iyi bildiğimden, uzun zaman önce büyük yeminler etmiştim...
Bir daha kimseye güven-me diye...
Ah dönmediğim, içine etmediğim bir yemin kaldı mı şu dünyada, pek hatırlamıyorum.
Kimdim ben, neden gelmiştim bu dünyaya.
Varlıktan düşen bir varlığın varlık amacı ne olabilirdi, böyle aptalca bir oyunu neden oynamak zorunda kalmıştım...
Kımıltısız bir bedende tek çalışan organ beyin ise, dostum sen yanmışsın...
Giderek büyüyen bir hüzün içerisinde, darlanan ciğerlerim ve sürekli acıyan bir kalp ile baş başa kalan bir insan için, kurtuluş nedir...
Dünyaya gelir gelmez ciğerlerimi yırtarak ağlamam acaba bundan mıydı…
Acınası sonumu bilmem miydi beni öylesine ağlatan...
En başından istememiştim sanırım bu oyunu oynamayı.
Bir piyon olduğunu bilerek ve sonunu göre göre, sana söylenen onca yalana ve anlatılan sahte kahramanlık hikayelerine inanmak nasıl bir ahmaklık olacaktı. Bir hiç uğruna savaştığını bilerek, içine yerleştirilmeye çalışılan yalanlarla ne kadar yol alırdı ki insan...
Birkaç tökezlemeden sonra gelmedi bana aydınlanma, daha ayağımın ilk takıldığı anda deli gibi yuvarlanarak kırdığım her kemik parçasıyla aydınlanmıştı tüm dünya.
Şimdi baktığım her yer oldukça karanlık ise…
Sebebini sormak da boşa.
Ah beynim bu kımıltısız bedende ne işin var. Bildiklerinle vuruluyorsun yine...
İnsanlık denen insansız koca tarih…
Ardında bıraktığınız her şey mi yıkım dolu. Gördüklerim yetmezmiş gibi, bir de yazıyı buldunuz değil mi. Yetmedi konuşmalar. Bir de tüm saçmalıklarınızı taşa toprağa kazıyarak geleceğe de aktarma derdine düştünüz. Keşke sadece lafta kalsaydı. Öylece kaybolsaydılar zaman içinde. Belki bilmeseydim , öyle olmak zorunda olduğuma inanmazdım.
Başka seçenek varmış gibi daha rahat davranırım.
Ben bile yazıyorum.
Ben bile kazıyorum kendimi dağa taşa, allah beni de kahretsin...
Keşke tek hareket kabiliyetine sahip o parmağım da kırılsaydı da yazmasaydım. Ama başka seçeneğim var mıydı gerçekten. Yazmasaydım sanki çatlayacaktım.
Ama...
Tüm bu uyarılar kendini kuyruk sanarak kovalayan ben için.
Hey kovalayan ben, hey kovalanan ben…
Dur artık yapma…
Yeter çok yoruldum...
İyi ki kendi kuyruğumuzun peşindeyiz 🤭 Başkalarını kovalayacak zinhar zamanım yok
Enfesti öncede okumuştum zira 🙂↔️🙆🏼♀️