Kimliksiz Kimiz
Seni sana sormazlar. Kendi hayal ettikleri kimliklerin içine adını yazarlar. Adını; kızım, oğlum, sevgilim, eşim, dostum... diye sıralarlar.
İtirazsız alırsın kimliği. Güven verici, sevgiyle sarmalanmış ismini taşımak kolay gelir sana. Öyle ki sen bile seni, kendine sormazsın artık. Kolaydır önceden hazırlanmış bir hayatta yaşamak. Ara sıra yaptığın seçimlerle iplerin kendi elinde olduğuna mutluluk duyarsın. Ve unutursun, mutsuzluğun ipi bir başkasının tutması değil, iplerin var olmasında olduğunu.
Sonra yol biter. Kimliğinin değişim tarihi geliverir. Öğrendiklerinle senden sonra gelenlere benzer kimlikler çıkarırsın. Çıkarmalısın da, yoksa hükümsüz kılınacaksın. Ve devam eder döngü. Sen yeni kimlikler verdikçe sonradan gelenlere, yeni isimler eklenecek ismine. Sıralanacak; anne, baba, teyze, hala, amca, dayı... diye.
'Olmak ya da olmamak ' tan ötesiydi mesele. Anne diyemeyen dudaklar, babasının güldüğünü göremeyen gözler, merhamet dolu bir elin okşamadığı saçlar... Kimlikleri üreten o fabrika, herkese adil üretemedi oysa isimleri.
Ve sen güvenli, sevgiyle sarmalanmış hayatında daha fazlası olmaya cesaret edemedin yıllarca. İpleri koparınca daha yakın olunabileceğini hissedemedin birden fazla dünyayı kapsayan yaşamda.
Kadınlar doğdu, kadınlar doğurdu. Kadınları, kadından doğanlar yok saydı. Bir zamanlar çocuk olanlar, çocuklara hayatı zindan yaptı. Göreceksin, duyacaksın, hissedeceksin hatta üzüleceksin. Küfürler sıralayacaksın düzene. Bir iki konuşacaksın eşine, dostuna. Belki bir şiirde, bir yazıda yer vereceksin üzüntüne. O üzüntüye ses olan insanlara eşlik edeceksin bir yürüyüşte, pankartını başı dik bedenindeki ellerinle taşıyacaksın. 'Helal olsun' diyeceksin o sesi yükselten politikacılara. Sonra ismin çağıracak devam eden hayatında. Vicdanın rahat baş koyacaksın yastığına. Üzüntünü haykırdın ne de olsa.
Sonra kızacaksın Anadolu 'dan gelmiş yiğit bir delikanlıya; kılığına, kıyafetine hatta konuşmasına. Kızacaksın kızına, bir delikanlı sevdi diye. İşçiyle kızını evlendirmeyeceksin. Kendinden bilirsin, 'geçinmek zor kızım' dersin. Dersin... Gözünden sakındığın kızını genç yaşında, yaşarken toprağa verirsin. Bilmezsin... Senin mezhebinden, senin dilinden, senin ırkından değil diye oğluna 'sevginden vazgeç' dersin. Dersin... Gururla baktığın oğlunun kalbine, için için sızlayan bir yara koyarsın. Bilmezsin...
Sonra kızacaksın insanlara, açıklıklarına, kapalılıklarına. AnKara havalarına, arabesk hayatların arabesk sözlerine, müziklerine... Samimiyet dolu sohbetlerine, hatta izlediği dizilere.
Gözlerini pencereden uzağa çevirince, deniz kokulu yerleri özleyeceksin kızdıkların çoğaldıkça . Boynuna taktığın o fularla kendini iyi hisseceksin, rengi de kırmızıysa.
Kadınlar doğdu, kadınlar doğurdu, kadından doğanlar kadınlığa düşman oldu. Bir zamanlar çocuk olanlar çocukların bedenine göz dikti. Göreceksin, duyacaksın, hissedeceksin, hatta üzüleceksin. Beddua edeceksin o adamlara. ''Evlatlarımızı sen koru Rabbim'' diye yakaracaksın sabah ezanından sonra. O adamlara cesaret veren politikacılar ''namus' diyecek akşam haberlerinde, unutacaksın namussuzluk neydi diye.
Sonra kızacaksın deniz kokulu insanların anason sevdasına. Art niyetsiz kadın erkek konuşmalarına. Kızacaksın kızına, ''namaz kılmayan, oruç tutmayan damat istemem, içki içilen evde bereket mi olur'' diye.. Kızacaksın oğluna ''şort giyen gelin ailemize uygun değil' diye. Kızını, oğlunu bir ömür mutsuzluğa mahkum edeceksin. Bilmeyeceksin.
Vicdanın rahat baş koyacaksın yastığına. Bu düzenin namussuzluğuna ses çıkardın ne de olsa...
'Bir kapı kapanır bin kapı açılır 'dan ötesiydi mesele.
Bir kapının önünde durabilmek için ipleri çözmen gerek, sürüklenirsin yoksa kapıdan kapıya.
Seni sana sormazlar. Peki ya sen... Neden sormazsın kimliksiz kim olduğunu kendine?
Bütün mesele ipte evet kimin tuttuğunda değil
Güzel ve anlamlı paylaşımınız için tebrik ve teşekkürlerimle Sevgili Nigar👑