Kırmızı Çiçekli Basma Perdeli Hayal

Serdar birden ayağa kalktı, gözlerini Serap'a dikti. Bakışlarında yorgunlukla karışık kızgınlık vardı.

_Ben artık gitmeliyim. Yeterince kaldım. Saat bir hayli geç oldu. İşlerim var.

Serap içten içe kırılsa da hiç belli etmedi. Biraz sesi titredi o kadar. Gözlerine herzamanki pırıltısını yerleştirdi. Sandalyeden kalktı.

_Tabi sen bilirsin, belki yine bu cafe de karşılarız, iyi bak kendine.

Serdar elini uzattı, tokalaştılar. Cafe nin müzik setinde Zuhal Olcayı'ın ''ayrılık da sevdaya dahil'' şarkısı çalıyordu. Sanki bu şarkı o anın hüznüne eşlik ediyordu. Öğle saati olduğu için sadece
bir kaç masada müşteri vardı.

Serdar ilk kez görmüş gibi tavandan sarkan pembe avizeye gözünü dikti. Oysa o cafe
barda tesadüfen tanışmış, o avizenin altındaki masada defalarca oturmuş, hayata dair
sohbet etmişlerdi.


Avizeyi ilk kez farketmiş olabilir miydi Serdar?

Serap da o anda dışarıya odaklandı. Geniş caddede akan trafiğe doğru baktı. Göz göze
gelemiyorlardı.

Serdar yumuşak bir hamleyle Serap'ın sağ yanağından usulca öptü. Bir kez daha, sonra
bir kez daha. İkisinin de gözleri kapalıydı. Serap' ın elleri titriyordu içi gibi. Bu bir veda
mıydı?


Serdar cam kapının kolunu hızla çekti. Açtı kapıyı ve kendine giden yola adım attı.
Serap masaya oturdu bir bira söyledi kendine. Cafeye sık uğradıkları için çalışanlar da ne
yiyip içtiklerini ezberlemişlerdi. Bu saatte normalde bira içmezdi Serap.

Garson şaşkın bir ifadeyle:

_Hemen efendim.


Soğuk biradan kocaman bir yudum aldı Serap. Bir sigara tellendirdi. Uzun denilebilicek bir
zamandan beri tanışırlardı Serdar'la. Serdar merakla tanışmadan önceki yaşamını sorardı
Serap'a. O da uzun uzun anlatırdı.


Bir araya geldiklerinde gündelik yaşamın zorluklarını konuşurlardı daha çok. Hayattaki
duruşları birbirine yakındı.

İnsan yanlarını sevmişlerdi birbirlerinin. Serap çok soru sormazdı, soramazdı. Onun
yaşamıyla ilgili çok az şey biliyordu. Ama anlattıkları içindeki boynu bükük çocuğun
hüznünü sevmesine yetti. Evet en çok onun hüznünü sevmişti.


Onun duygularını çok fazla sorgulamadan sadece sevmişti. Serdar'ın içinde kendini
güvenli hissttiği kalın bir kabuğu vardı. Zorlamak hata olurdu ki bu hataya düşmüştü
Serap. İnsanların etraflarına çizdiği çizgi geçilmemeliydi.


Anlatsa, Serap onu anlayabilir miydi?
Belki biraz da o yüzden konu duygulara gelince Serap suç işlemiş küçük bir kız çocuğu gibi
kendini ifade edemezdi.

_Neden ben? derdi Serdar

_Neden benimlesin. Ben neleri deyiştirdim senin hayatında?

Soruların cevaplarını içinde biriktirirdi Serap. Serdar hiç bir zaman sorularına cevap
alamadı...

Peki neden her konuştuklarında dizleri titrerdi Serap'ın?



Serap hayatın en zor yollarından birini seçmişti. Sorumlulukları ve yapması gereken görevleri, kanatlarının uzaması için uzun yıllara ihtiyacı vardı. Geniş zamanlar gerekiyordu ona. Yarın güneş doğacak mı bilmeden yıllar sonrasına umut bağlanır mıydı?

Ama umut herkesin gıdasıydı.



O akşam erkenden yatağa girdi Serap. Uyumadan önce hep hayalini kurduğu deniz
kenarındaki şirin pansiyonu düşündü.

Şimdiye dek kimseye anlatmadığı, içinde saklı tuttuğu bir hayaldi. Yatmadan az önce
gözlerini kapatıp o pansiyona düşsel yolculuk yapardı. O geceye kadar hiç rüyasında
görmemişti. Gözlerini kapadı, pansiyonun ahşap bahçe kapısındaydı eli.

.
.

Pansiyon çok kişinin haritada yerini bulamayacağı bir sahil köyündeydi. Eski taş bir
yapıydı.


Uzun bir bahçeye açılıyordu kapı. Kapıdan pansiyona kadar uzunca taşlıklı bir yol
seriliydi. Yol kenarını kendi eliyle zeytinyağ tenekelerine diktiği çeşit çeşit çiçekler
süslüyordu. Limon, portakal, elma ve zeytin ağaçları vardı. Üzüm olmadan olur muydu?
Onu da ekmişti serap. Öğrenmişti, mevsimi geldiğin de şarap yapardı. Bahçenin bir
kısmında mevsimine göre domates, biber, salatalık, patlıcan ve patates ekilirdi.
Konaklayan kişiler taze sebze ve meyvalarla beslenmeliydi.

Sabah uyandıklarında yüzlerini yıkayıp kahvaltı için domateslerini, salatalıklarını kendileri
dalından koparırdı.

Pencerelerin kırmızı çiçekli basma perdelerini kendi dikmişti. Aslında herşeyi kendi
emeğiydi. Masa örtülerinin kumaşları özenle seçmiş, rengarenk giydirmişti. Yerlerde el dokuması kilimler seriliydi. Tahta divanlar, yaslanmak için ot yastıklar vardı. On odalı minik bir pansiyondu. Çarşafları sabun kokulu, havluları yumuşacık.




Konaklayan misafirlerine doğal bir yaşam sunmak istemişti. Kim istemezdi ki böyle bir
tatili. Şehrin keşmekeşinden kurtulup tatil fırsatı yakalabilenler o pansiyonda bir kez
kaldılar mı her yıl yer ayırtırlardı. Her yaz genelde aynı kişiler geldiğinden onlarla
dostluklar kurulmuştu. Geceleri ağaçların altında gitar, saz çalar türküler, şarkılar
söylerlerdi.



Herkes yatıp da odasına çekilince kırmızı çiçekli perdesini aralardı Serap. Yıldızlara
bakardı geceleri.
Hayatının en geniş zamanıydı. Okumak, dinlemek, konuşmak ve dinlediğini anlamak için.
Kalın bir romanın satırları kadar konuşabilirdi artık. Kanatları tamamen uzamıştı.

.

.



Sabah güneşi odasına vurduğunda huzurla uyandı Serap. Dudağında çocuksu bir gülümseme
vardı. Doping almış sporcu gibi bir gün önce kaldığı yerden daha fazla bir güçle ve
şevkle hayatın içine daldı. O sabah kanatları biraz daha uzamıştı.


s.u

15 Şubat 2012 4-5 dakika 1 denemesi var.
Beğenenler (1)
Yorumlar