Kıskandığım Meslekler
'İşinizin yerine yaptığınız şey, gerçek işinizdir.' demiş Roger Ebert. Bir yerlerde okumuş, defterime not almışım bu sözü. Daha sonra Hz. Google'a sordum, 'Kimdir bu Robert Ebert? Kimlerdendir?' diye. Amerikalı film eleştirmeni ve senaristmiş.
Sizin zar zor zaman yaratıp da hobi olarak yaptığınız şeyleri iş olarak yapan insanları çekemediğiniz, kıskandığınız olur mu? Benim olur. Doğruya doğru.
Düşünsenize; bütün gün geçiminizi sağlamaya yarayan işi yapmışsınız, akşam evinize gelip çoluk çombalağın, eşinizin elinden kurtarabildiğiniz bir iki saat içinde de yapmaktan gerçekten hoşlandığınız, sizi dinlendirecek, anı yaşatacak bir şey yapıyorsunuz. Ne olduğu hiç önemli değil. Önemli olan hoşlandığınız bir şeyi yapmak. Ben film izlemeyi, kitap okumayı severim. Belki siz maket uçak yapmayı seversiniz. Bir başkası resim yapmayı, bir diğeri spor yapmayı tercih eder. Mala bağlayıp televizyonun karşısında saatler geçirenler de var.
Birkaç yıl önce bir gazetede o zamanlar pek popüler olan bir dizi oyuncusuyla yapılan bir röportaj okumuştum (Adamcağız yıllarca tiyatro yapmıştı ve kendisini bir avuç tiyatro izleyicisinden başka kimse tanımıyordu. Ne zaman bir dizide oynadı, tüm Türkiye tarafından tanındı, cebi para gördü). Röportajın bir yerinde 'Her gün mecburen en az bir film izliyorum' diyordu. Güzelliği görüyor musunuz? Mecburiyetin güzelliğini? (Bazı sözcükleri sözel olarak kullanırken garip gelmez de yazarken sanki öyle bir sözcük yokmuş, uyduruyormuşsunuz ya da yanlış yazıyormuşsunuz gibi gelir mi size de? 'Mecburiyet' sözcüğünü yazarken böyle bir hisse kapıldım. Ne? Öyle bir sözcük gerçekten de yok mu? Yaa... Şaka yapıyorsunuz di mi!..).
Neyse... Konuyu dağıttık... Bazen bir şey anlatırken size de konuyu dağıtmışsınız gibi gelir mi? (Tamam tamam...) Benim kıskandığım insanlar, herkesin yapabileceği, kültürel ya da düşünsel hiçbir donanım gerektirmeyen işleri matah bir şey yapıyormuş havasında yapmayı başaran insanlar.
Spor (daha doğrusu futbol) yorumculuğu bu kategoriye giren işlerden biri mesela. Pazar akşamları şöyle bir gezin televizyon kanallarını. Her kanalda bir tartışma(!) programı. Memlekette ne de çok futboldan anlayan varmış. Bu kadar futbol allamesi olan bir memleket neden her şampiyonada Dünya ve Avrupa Şampiyonu olmaz ki? Kimi eski futbolcu, kimi gazeteci(!), kimi hakem eskisi, bir sürü saçının kılı ağarmış, koskoca adam oturuyorlar, sabahlara kadar şu şöyle oynadı, bu böyle oynadı, o top çizgiyi geçti mi geçmedi mi, pozisyon ofsayt mıydı faul muydu, Allah ne verdiyse sallayıp duruyorlar. Birinin ak dediğine diğeri b.k diyor ki tartışma çıksın, kapışıp kanala reyting kazandırsınlar. Futbolculuğunda lakabı 'ayı' olan biri bir futbolcuyu tekniği zayıf diye, pavyonlardan, kumarhanelerden çıkmayan bir diğeri de formsuz oyuncuyu özel hayatına dikkat etmiyor, geceleri çok geziyor diye eleştiriyor. Hepsi de teknik direktörlerden daha iyi taktik belirliyorlar, daha iyi kadro yapıyorlar. Ama nedense kadro ile, taktik ile ilgili bu eleştirileri maçtan önce değil de, maç oynanıp bittikten sonra yapıyorlar. Efendinin bir hafta önce yerin dibine batırdığı takım ve teknik direktör bir sonraki hafta kazanınca sanki tüm o olumsuz eleştirileri yapan, atıp tutan kendisi değilmiş gibi bu sefer de yere göğe sığdıramıyor. Daha önce söylediklerini hatırlatan, hesap soran yok nasıl olsa. Mahalle kabadayısı tavrında, öküzcül bir üslupla at atabildiğin kadar.
Bir de bu türün gazetede 'yazarlık' yapanları var. Kendilerine 'Yorumcu' denilmesine kızıyorlar, ille de 'yazar' olarak anılmak istiyorlar. Çoğu futbolcu eskisi olan bu abiler, stadyumda maçı izledikten sonra telefonla gazeteye maç yazısı yazdırıyorlar. Yazdırıyorlar dediysem lafın gelişi, kaçıncı dakikada ne olduğunu söylüyorlar, büroda eli kalem tutan, işi gazetecilik olan biri de toparlıyor, köşe yazısı haline getiriyor. Bilgisayar kullanmasını filan geçtim, bu 'yazar'ların çoğunun isimlerini bile doğru dürüst yazabileceklerinden şüpheliyim. Bütün gece saçmasapan konuşan, birbirleriyle itişip kakışan bu adamlar bir de üste para alıyorlar.
Basında çok kıskandığım bir diğer meslek de 'dedikodu yazarlığı'. Günlük hayatımızda onu bunu çekiştiren, dedikodu yapan insanları dışlarız, sevmeyiz ama üç beş soytarının yazdığı bu yazılara, yaptığı programlara da toplum olarak bayılırız. Yirmi otuz yıldır 'dedikodu yazarlığı' diye bir işi olan, bu işten ev, araba, yazlık, kışlık yapan, çocuklarını Avrupa'da okutan insanlar var. Koca adamlar, kadınlar yıllardır hiç utanmadan kim kiminle nerede görülmüş, kim ne giymiş, kim arabasına binerken frikik vermiş, kim kime vermişle (gönlünü tabii ki) uğraşıp duruyorlar.
Bir de normal 'köşe yazarı' taifesi var. Yıllardır bu işi yapan, (onların tabiriyle) gasteciliğin en alt basamaklarından alınlarının teriyle tırmanan ustalara elbette ki lafım yok. Ama son yıllarda türeyen ve çoğunluğu da kadın olan bazıları var ki, breh breh breh... Demin sözünü ettiğim dedikodu yazarlarının azıcık hallicesi bunlar. Diğerlerinden farkları, bunlara ayrılan köşelerin magazin eklerinde değil de gazetenin üçüncü beşinci sayfasında olması. Kimi sevgilisini, kimi yurdışında yaptığı tatili, kimi aldığı donu yazarak sütun dolduruyor. Üniversitede görev yapan ödüllü bilim adamına, hayran oldukları kıro arabeskçiye sordukları soruları sormakta hiç bir beis görmeyen bu yazarları da çok ama çok kıskanıyorum.
Aslında yazıda anlatılanlar toplumumuzun içinde bulunduğu içler acısı durumları anlatıyor. Ejnebilerin aptal kutusu dediği televizyona, bizler esir olmuşuzda haberimiz yok. Ailelerimizde ki çoğu kişinin kendine özgü dizileri var. Orada ki tartışmaları izleyip de kültür sahibi olacaklarını veya olduklarını zannedenler var. Oysa kültür, birikim, emek isteyen bir olgudur. Ona sahip olmak için gözleriniz ve beyniniz yorulmalıdır azıcık. Magazin artık benim gülmek için izlediğim proğramlar dizisidir. Burada ki amaç, yani saçma sapan proğramlarla insanların beyinlerini dumura uğratmak, sistemli olarak bazı çevrelerce yapılmakta veya yaptırılmakta, insanların ülke ve ülke sorunları ile ilgili derinlemesine düşünmeleri engellenmektedir bir bakıma...Spor ile ilgili maç yayınlarını severek izlesemde, tartışmalardan bıktım usandım artık. Çünki bunlar spora zarar da vermektedir kanımca. Yok hakem yanlış düdük çaldıydı, yok efendim o kararı haksızdı. Bilemiyorum avrupada herhalde adamlar sabahlara kadar bunları tartışmıyorlardır, kısacası işlerine bakıyorlar. Güzel eğitici yanıda olan bir yazı kaleme almışsınız kutlarım Mehmet bey...👍