Kız Çocuğu / Eksik Etek
Yarımlaşarak uzaklaşıyorum kendimden ve eksiliyorum
Elimden bir şey gelmiyor gidenleri tutmak için ve yarımları birleştirmek de çare değil artık. O kadar çok yarım şeyler var ki hayatımızda. Hiçbir yarım diğerinin parçası değil ve uymuyor. Biz uyuşmayan zamanlarda ayık kalamayan tek varlığız. Uyamıyoruz, uyuşamıyoruz. Sonuna kadar hissediyoruz bu yarımlığı...
Günlerdir bekliyorum, etrafımdaki her şeyden anlam kazanmaya çalışıyorum. Sen geldiğinde daha fazla anlamlı bakabilmek için gözlerine.
En büyük anlamı babamın yeşile dönük gözlerinde bulmuştum. Hayat o zamanlar daha anlamlı, daha renkliydi. Şimdilerde babamın gözbebekleri de değişti, daha cansız bakıyor artık, daha solgun. Daha ölgün umutsuzluklar birikiyor içimde. Tek derdim üzerimdeki kıyafetlerin bile anlam olması, anlam yüklü olmalıyım. Bende gördüğün her şeyde anlam bulmalısın, hem de aramadan.
Siyahı koyu elbiseler giyindim olmadığın vakitlerde, herkes yas tuttuğumu zannediyordu. Oysa siyah en anlamlı renkti tüm karanlığına rağmen. Siyaha bakınca başka renkler görüp, düşünebilirdi insan. Tüm renkleri saklayabilirdi içinde, tüm umutları, umutsuzlukları saklayabilirdi ve siyah her zaman daha anlamlıydı. Sana hayatla ilgili anlam biriktirebilmek içindi dışımdaki yas görüntülü elbiseler.
Dolabıma astıklarım hariç. Onları öyle bir sakladım ki dolabımda, en kimsesiz mezardan daha uzaktalar şimdi. Hatırlamak istemediğim anların elbisesi. Hala hayatla ilgili umudum varsa onun için sakladım o elbiseleri. Giyince tekrar o anları hatırlayıp, yaşamamak için.
Her yeni kıyafet giydiğimde; aklıma çocukluğum geliyor. Üzerimde hep fırfırlı dize kadar inen elbiseler hatırlıyorum. Ne zaman babam elimi tutsa gezmeye giderken, dönmek gelirdi içimden. Zamanı daha hızlı çevirmek, dünyanın dönmesine yardım etmek. Kısacası büyümek isterdim bir an önce. Büyüyünce daha renksizleşeceğini bilmiyordum elbiselerin ve geceler hangi teknolojinin ışığıyla aydınlatılırsa aydınlatılsın daha karanlık, eskilerin gaz lambasına göre, mum ışığına göre.
İçimin tüm boşluklarına rağmen, kendimin sonuna kadar hissettiği yarımlığıma rağmen sende var oldum. Tam oldum, olmadığın anlarda eksilerek, varlığımı her an hissedebileceğin kadar çok oldum. Değiştim, evet ben değiştim. Seninle güzelleşirken, sensiz çirkinleştim. Azaldım senden sonra, kendime yetemeyecek kadar eksildim. Eksilmek kaderimizde vardı belki de bizim, bizim derken kız çocuklarının. Babam hep 'eksik etek' derdi, hala tam olarak anlayamadım birkaç anlama geliyordu sanırım hepsi de birbirine yakın ihtimaller ama babamın hangisini ifade etmek için söylediğini bilemedim hiçbir zaman, soramadım da... Eksik kelimesini dikkate alıyordum ben her defasında, eksik görünüyorduk bizler, kız çocuğu olarak. Erkeklerden eksiktik, boyumuz, kilomuz, düşündüklerimiz kimsenin umurunda değildi. Belki eskiden beri eksik denildiği için eksildim ben. Kadere uydum, uymak zorunda kaldım. İçime küçüklüğümde yerleştirilen gizli kanuna boyun eğdim belki de...
***
Hep bir yerlerde birilerinin istediği kılığa bürünüyorduk. Değişiyorduk, kendimizi dinlemeden, daha çok başkalarını dinleyerek. Bu yüzden de eksiliyorduk. Farkına varamayacak kadar uzaklaşıyorduk bazen kendimizden. Kendimiz olmamıza izin verilmiyordu, biz başka bir şey oluyorduk artık, kendimizi sevdirme telaşı içerisinde. Kendimiz olmayan bir karakteri kendimiz diye sahipleniyorduk. Asıl olan kendimiz bir köşede uyutulmuş sessizce kıyametin kopmasını bekliyordu. Bedenimiz çıkmıştı artık o ruhun içinden, başka bir ruha hizmet ediyordu.
Adım hiçbir şehre sığmayacak kadar büyüktü, şehirler eski, adım eskiydi. Gece siyahtı ama olmaz, saklayamazdı hiçbir şehir adımı. Hiçbir adın üzerine uymazdı adım, hiçbir zamanda asılı kalamazdı adında kaldığı kadar. Bir tek adın saklardı adımı. Hiçbir yere sıkışmayan ismim adının içine sığınırdı. Karanlığın gecenin içine saklanması gibi...
Özledim baba!
Özledim kendim gibi olduğum günleri, bedenimi gerçek ruhumda sakladığım günlerimi özledim. Gün yüzüne çıkmayan saf yüzümü, yeşil gözlerini özledim. Daha az sahte olan günlerimizi, birbirimizden başka kimsemizin olmadığı günleri özledim. Yarım olduğumun farkında olmadığım günleri, sonrasını hayal etmediğim günleri özledim.
Fark edilmeliydim, oysa bu siyahlıktaki tek kırmızı bendim, yolun üzerindeki şeritler gibi belirgindim. Fark ettirmek adına kendimizden olduk ve şimdi hiçbir farkımız kalmadı başkalarından. Hepimiz biraz başkayız ve başkalaştık. Hepimiz birileriyle, bir şeylerle yer değiştik, bunun için çabaladık, uğraştık. Hâlbuki kendimiz olmak olmalıydı tek amacımız. Kendimiz olmak.
Kırılıyorum, her gün biraz daha fazla. Bunun farkında olarak yaşıyorum. Neyse ki uyuşukluğumdan çok fazla hissetmiyorum artık kırıkların ağrısını. Zaman geçiyor gözlerimin önünden, her şey gidiyor. Elimi bile kıpırdatamayacak kadar yorgunum artık. Bir bıçak yeterli aslında, her şeyi kesip atmaya. Tüm her şeyi ortadan ikiye ayıracak gücü bulmuşum bir zamanlar, bıçak tutmayı öğrettiğin günlerde. Nasıl bir yerimi kesmeden tutabilirim bunu da annemden öğrenmiştim. Tersini babamdan, düzünü de annemden. Hayatın tersini sen hiç göstermedin baba, gösteremedin, belki de kıyamadın, görmeyeyim diye sen kapadın belki gözlerimi.
Ya sen anne!
Sen de hayatın yalancı yüzünü gösterdin hep, ters düz olmasın diye miydi her şey? Şimdi daha mı düz daha mı doğru sanki her şey?
Keşke bıraksaydın elimi, keşke birkaç defa kesseydi o elimde tuttuğum bıçak ellerimi, o zaman biraz daha az kırılırdı hayallerim, tutunduğum her şey daha az kaybolurdu ve bileklerim daha az kırılırdı.
Kesik mi daha çok kanatır
Kırık mı daha çok acıtır bilemedim
Ben ağrıların olmadığı zamanları, dünyayı yeşil çerçeveden gözlemlediğim, senin gözlerinden baktığım günleri özledim.
Eksik etek olduğum günleri...
Yedi Mart İki Bin On Üç 16 30