Kökü Dışarıda Yayınlar Okumak 2
Bizim anlayışımıza göre, bir blok, dinlerin, ahlakın, özgürlüklerin hamici temsilcisi idi! Diğer blokta, Allahsız, kitapsız, anası babası belirsiz; dinsiz imansız, zındık ahlaksızlığın hamici temsilcisi idi! Bir toplumun ve bir ulusun halkı, büyük oranda ve bu kadar konjonktürden uzak ve habersiz olabilirdi!
Pazar toplumlarının bilinç düzey rezonansı, burada bir üst, bir alt süzen geçiren bant filtresi düzeyinde tutulmuştu. Topluma bilinç edilen propaganda bu idi. Bu propagandanın ön yargısı da: 'Kökü dışarıda yayınlar okumakla komünistleşmek, kökü dışarıdaki ideolojilerin uygulayıcısı (uşağı) olmaktı. Yani dinsiz, imansız, Allahsız, bir nesil için uğraşmaktı!'
Böylesi bir cendere içinde tutuluşun sorumluluğu o günlerin siyaset ve politikaları ile tüm partilerin sorumluluğunda olan, aydınlanması gereken bir sorumluluktur! Bu harekete köy enstitülerini karalamakla işe başladılar. Süreç 12 Mart 1971'e geldi. Bu süreçlerin asker, sivil, feodal el ele işbirlikçiliği kayıkçı dövüşmeleriydi. Lockheed uçak yolsuzluğu dönemin üstü örtülen en akçeli gelişmelerinden birisi olması, hala aydınlanmamıştır.
Artık bu ortamda çatıştırılan halk taraflarının kendisini ve çatışmasını haklılaşan savunmalarının ve savunma ayrıntıların hiçbir önemi kalmamıştır. Söz gelimi; 'siz şurada bizden olanları öldürmüştünüz de, biz de burada bu eylemi koyduktu'. Denen sorumsuzca savunmaların, sistem geneli içinde hiç bir önemi kalmamıştı.
Bu, din, iman, milliyetli, milliyetsiz eksenli çatışmacılıkların algı olaraktan da kutuplandırılmaları günlerce öncesinden beri, anlam ve anlatılışları iyice bozularak çarpıtılmıştı. Halkın nefretleri ortaya konmuştu. Halk, bu duygular içinde, tam bir cahilce, bilmezlik cesurlukları olan dirençleşmeleri ortaya koymuştular.
Halkın din, iman, milliyet gibi değer duyguları karşısına, kökü dışarıda Marx, Lenin, Mao gibi güncelde tartışılan, bilinç yaygınlığını kazandırılmış toplumsal ekonomi kuramcılarının isimleriyle bağlantılını vermişti! Bunların eserini okumak demek, hem dinsiz imansızlıktı, hem vatan hainliği idi, hem de Moskova'ya değin yol gösterilmelerin, bir nişanesi idi! Ve çoğunluk beyinleri, böylesi düşünmelerle iyice sınırlandırılmıştı. 'Kökü dışarıda yayınlar okumak, kökü dışarıdaki ideolojilerin uygulayıcısı (uşağı) olmaktı.' Bu sloganların her söylenişinde, beyinlerde hep bu kişilere ait görüntüler çığlaşırdı. Halk fasit bir daire içine sokulmuştu.
Bu;'Kökü dışarıda düşünceleri taşımak ve kökü dışarıda yayınları okumak, 'Affedilemez bir suç ve vatana kast edici bir gözle' görülecekti. Hatta bir mahkeme heyeti başkanı idam cezası verdiği üç genç için yorum yaparken; 'idama giderken bile hala komünizm propagandası yapıyorlardı' diyerek hem idam gerekçesini açıklıyı vermişti, hemde kökü dışarıda fikirler taşımanın ne büyük bir suç olduğunu söylüyordu! Öyle ya; 'kökü dışarıdaki ideolojilerin uygulayıcısı (uşağı) olmaktı' bu.
Bu 'kökü dışarıda düşünceleri taşır olma' olumsuz propagandası, halkı öyle düşünme güçsüzü yapmıştı ki, çoğu kesimler, bu sloganı, düşünme değerlendirmesi içinde dahi olamadan, analizi yapamamaların da, bir kurbanı oluyordular.
Sözgelimi, halkımızın dini, imanı, kendi isimleri, ibadeti, ibadet dili, kimi ahlaki değerleri ve tüm dinsel gelenekleri, sosyal kültürümüzün oturduğu zemin de, kökü dışarıda düşünceler kategorisinin için de idi! Ama insanlarımızın bu konuda, bu söyleme karşı asla şüpheleri oluşamıyordu. Sanki bir tabu idi!
Hâlbuki kökü dışarıda olan girişmelerle iletişemeyen hiçbir sistem yoktu. Sizin kökünüz ne kadar dışarıda olmak zorunda ise, dışarıda kilerinin kökü de, az ya da çok o kadar sizin düşünceleriniz içinde olmak zorunda idi. Siz; bilim, bilgi, teknoloji, edebiyat üretmiyorsanız, ve toplumsal olaraktan ürettiklerinizin ticari ihracını yapamıyorsanız, yani; patent ithalatınız ne kadarı çok ise, bir başka uluslar sizin düşünceniz içinde o kadarı çok oluyorlardı.
Yıl 1971. Okulun yatılı bir öğrencisiydim. 12 Mart muhtıra döneminin en civcivli zamanlarıydı. Dünya sizin objektifinizden, sizin kaygılarınıza göre yansıyordu. Bütün bağırılan, tu kaka edilen her tanımlılıklardan, bir parça kendinizi buluyordunuz.
Meşumlukların tüm yurtta sürüp gittiği, akıl, bilim ve konjonktürselliğin, sağduyunun, bilinçli bir yurttaş olmanın yerine, cahilane korkuların kol gezdiği hükümranlıklar zamanıydı.
Kitapların suç delili sayılıp, yasak kitapların çarşaf çarşaf yayınlanıp, yasak kitapların bangır bangır bağırıldığı dönemlerdi. Söylentiler vardı. Okula, bir askeri arama timi gelmişti. Kitapsızların uslu kişi, kitaplıların da tekinsiz sayıldığı anlayışıyla bir arama başlatılmıştı! Bu araştırmalar sonunda uygulama dersi öğretmeni Sami Arda ve yine idareci Aydın İpek'lerin aranıp tren istasyonu üzerindeki askeri üsse götürüldükleri, sonrada bırakıldıkları söylemi yayılmıştı. Doğru muydu? Bilmiyorum. 'Loji' söz ekli kitapların, taşınılmasından dahi ürkülüğü zamanlardı bu dönemler.
Böyle durumlarda siz önce kendinizden korkarsınız. Bütün olay ve olgular sizin etrafınızda ve size göre döner. Bu cahilliğimizin en zifiri egoist yanıdır.
Bu korkuyu duyanlardan biri de bendim. Ben de okuyordum ve en az bir düzine kadar kitaplarım vardı. Hatta hatırladığım kadarla da bunlardan Jean Paul Sarte'nin üçlüsü olan Uyanış, Bekleyiş, Diriliş dahi bu yasak yayınlar arasında idi.
Yine hatırladıklarımdan, Necati Zincirkıran'ın İzimler Sözlüğü, Yine Hürriyet Gazetesi pay kuponu kitaplarından Adabı Muaşeret Kuralları, İslam Kültürünün Garbı Medenileştirmesi, Yeni İstanbul Gazetesi'nin Ramazan hediyesi olan, günlük fasiküllerinden birikme ciltlenmiş olan Kuranı Kerim Meali, Dostoyevski'den İnsancıklar, Dr Jivago, Kıyıdaki Değirmen, Istırap Sokağı, Allahın Avukatı gibi kitaplar hatırlayabildiklerim idi.
SÜRECEK