Kökü Dışarıda Yayınlar Okumak 3

İşte kaygılarımın temeli buydu. Kitap sahibi olmak ve kitap okumaktı! Ben bir suçluydum! Kitaplarım vardı ve okuyordum. Hem de çok tehlikeli! Kökü dışarıda yayınlar okuyordum. Zaten bu korkular size yetiyordu. Ha tutuklanmışsınız içeride siz, ha tutuklanmamışsınız ensenizde korku ve suçlulukla, dışarıda siz. Fiziki olmasa da ruhi cebir çok çok aşikârdı.

Kaygıların sizi güdülemesi ile kendinize göre önlemlerinizi düşünüyorsunuz. Bende sınıf arkadaşım olan ve Hasanoğlan'lı olup, gündüzlü okuyan, Osman Karapınar'la, tedbirimi almayı düşündüm.

Şimdi hatırlayamıyorum, Osman'ın onayını almış mıydım? Osman zaten kitaplarımın olduğunu biliyordu. Bununla beraber yine de Osman'a kitaplarımın olduğunu ve kitaplarımı kendisine ulaştıracağımın sözleşmesini yapmış mıydık, bilmiyorum. Osmanların bir mahalle bakkalı vardı. Hasanoğlan merkezine doğru giderken sağ kol üzerinde sanırım İtimat Bakkalı idi. Kitapları orada Osman'a verecektim.

Saat 17 gibi kitapları bakkala getirdim. Şansımdan babası yerine Osman vardı bakkalda. Ve de birkaç kişi. El valizini uzattım. Ne olduğunu orada mı söylemiştim, yoksa Osman vaziyeti bildiği için bakışlarla durumu birbirimize izah mı etmiştik, şimdi bilmiyorum. Osman el valizinin fermuarını şöyle bir açıp, hemen kapattı. Ve valizi tezgâh altına indirdi. Bende huzuru kalple okula döndüm. Artık kendimi hafiflemiş, nerede ise uçacak gibi hissediyordum. Bana yapılacak bir sulu şaka, ufak bir zarar, vız gelirdi.

Şimdi saatlerini tam hatırlamıyorum ama sanırım 17,45 de ilk etüt zili çalmıştı. Akşam yemeği öncesi günün birinci etüdü idi. Etüt zilinden sonra birkaç dakika geçmiş, tam herkes çalışma programına konsantre olmuş, sessizlik hâkimken kapı açıldı. Muzip ve oldukça zeki bir arkadaşımız Recep Elmas içeri girdi.

Elini dizlerine vura vura, üst dişleri dışarı fırlamışçasına göstere göstere gülüyordu. Merak kesildik söylenenleri dinliyorduk. Okul idare binasının yan tarafına da bir cemse durmuş. Cemsede Osman Ve babası indirilmiş, önlerine suç delili el valizi konmuştu. Recep'in söylemi böyle başlamıştı.

Az sonra müdür gelmiş. Bir asker el valizini açıyormuş, Osman ve babası Elleri dizlerine abandık şekilde, yarı eğilmişler valizde cin çıkacak, şeytan çıkacak kabili dikkatle, tedirgin ve korkulu meraklı gözlerle valize ve içindekilere bakışıyorlarmış. Sn. müdürümüz de eğilmiş bu kimmiş hangi ve nasıl öğrencimizmiş, kabilinde Osman'ın Yüzüne bakıyormuş.

Bunu Recep kahkaha atarak, dramatize ederek, anlatırken benim pabucuma taş gitmişti. O hafifliğin yerini, tam bir karın ağrısı bulantı almıştı. Renkte veremiyordum. Ama birazdan bana ulaşılacağının paniğini duyuyordum. Konuşulanları duymuyor, kendi kendimin hesaplaşmaları içindeydim.
Artık hiç etütte değildim. Kulağım salondan, sınıfımıza doğru yaklaşacak olan tıkırtıda, kalbim küt küttü. Ama olmuyordu işte. Ne gelen, ne giden vardı. Her halde ya Osman beni ele vermemişti. Ya da ihbar edilmiş olmasına rağmen beklide itirafı makul görülmeyip götürülmüştü, ifadesi sonradan araştırılacaktı! Gibi tam salim olmayan düşünmelerle, başka bir olasılık aklın alacağı bir şey değildi!

Saat 18,45 teki etüt sonu, akşam yemeği zili nasıl çaldı, bilmiyorum. Birden kendimi Osman'ların bakkalında buldum. A, a Osman karşımdaydı. 'Ne oldu la ' dedim. Recep böyle böyle söyledi. Dokuz doğurdum vallahi, diyerekten biraz rahatsındım.

Osman: 'sorma Bayram' dedi. 'Sen, kitabı getirdiğinde burada okuldan iki kişi vardı. Onlar ihbarda bulunmuşlar. Bakkal önüne gelen cemse içinde inen askerler, gözleri ile görmüş gibi; -tezgâhın altındaki valizi ver dediler. Valizle beni çekip aldılar. Babamda telaşla geldi. Bizi birlikte alıp okula götürdüler. Çanta içindekilerin dökümü yapıldı.'

Sonrada; ' Müdür Bey, bunlarla siz ilgilenin' dediler ve gittiler. Ben de müdüre durumu anlattım. Senin adını verdim. Müdür de, yarından için senin, yanına uğramanı bana söyledi' dedi.

Yine endişeli isem de panik ortadan kalkmıştı. Normalde tırsan olan Osman'da sakindi. Bu da bana bir rahatlama oluyordu. Zar zor ikinci etüde yetiştim. Kimse de bir şey bilmiyordu.

Ertesi gün çağrı filan olmadan, hafif tedirginlikle müdüre gittim. Kendimi tanıttım. Müdür hiç oralı değil gibiydi. 'Ha o mu!' dedi.

'Aferin' dedi. Başkaca tekdir eder gibi olsun, içimdeki kaygıları pekiştirir ya da azaltır nitelikte olsun hiç bir şey demedi. Ama takınılan tavırdan olsa gerek kaygılarım inivermişti. 'Kitap bulundurmanı, kitap okur olmanı beğendim' der gibisine: "okunmalı" türünden söz ve tavırlarda bulundu. Ancak;"İslam Kültürünün Garbı Medenileştirmesi" isimli kitabı, kimin tavsiye ettiğini sordu: 'din dersi öğretmeni mi? ' dedi. Gerçekten de öyleydi. Ama ben hayır dedim, kendim kitapçıda görüp, kitabın kapak tanıtımını okuyarak, aldığımı söyledim. Müdür bey, 'Tamam' dedi.

Ben bu ihbarcıları oldum olası severim! Bunlar her zaman ihbarlarla hem vatan kurtarırlar, hem bir yerlere yaranırlar. Kitap okuma azmim, böylelikle önüne geçilmez oldu. Lakin vatanı ele geçirmek hiç aklıma gelmedi. Aksine topluma ve vatana sorumluluklarım, duyarlılıklarım ve hizmet aşkım arttı. Okuyarak insanlığımı, bireyliğimi, özelde de yurttaşlığımı bildim. Ama aynı şekilde yurt çapındaki sıkıyönetim uygulamalarının; güzel yurdumun, güzel insanları üzerindeki etkilerinin kitap okuma azimlerini arttığını, pek de söyleyemem doğrusu.

31.03.2010

17 Temmuz 2010 5-6 dakika 1084 denemesi var.
Yorumlar (1)
  • 14 yıl önce

    Güzeldi. Gerçekten de gelişmiş toplumlar kitap okuma oranları yüksek olan toplumlar. Bizde ise bu oran çok düşük devletimiz kitap okumayı her zaman teşvik etmeli, istemeden de olsa engellememeye özen göstermeli diye düşünüyorum. ayrıca, kitap okuma alışkanlığı çocukken edinilir, bu nedenle öğretmenler ve anne, babalar çocuklarına okuma alışkanlığı kazandırmalı. .unutmayalım, ağaç yaşken eğilir.