Köle Ve Özgürlük - 2
İşte organiklerin bu içte ve dıştaki seçme ayıklamaya dek, etkiyen-etkilenen; uyaran-uyarılan salınımdı girişen nokta, bir devinimler kümesi oluşuyla temel sıfır düzlemdirler. Zaten bu sıfır noktaya değin, öncesi koşullarınız yoksa akıştı eğilim ve davranışlarınızda yoktur. Bu yüzden insanlık bu kabil sıfır düzlemli tutumların üretilen sağlanışlar içindeki, kullanımdı egemenlik durumları muktedirliğine göre ittifak dönemi sonrasındaki gelişen ve giderekten de eşitsiz toplumların bunda daha çok etkin olduğu zaafları doğrultusunda, bu sıfır düzlemi ihtiyaçlara ve dolaysıyla bunun esaretine, mahkûm oldular.
Yani doğadaki avcı ve toplayıcı bir insanı ne doğanın kölesi olurla göreceksiniz, ne de bu eğilimlerin olmamasını sizin bir özgürlüğünüz (!) olaraktan belirteceksiniz. Kölelik toplumsal insanın konusudur. İnsanın heva, heves ve temayüllerini özgürlük saymak, başka bir garabettir. Bu sıfırıncı düzlemlerini koruyan insan, toplumsal olamamakla ve toplumsal gücü göremeyecek oluşla, asla özgür değildir. Toplumlardaysa, toplumun öznel ve etkin unsuru olan insanlar; kendi bireyliklerini birbirleri arasında, bireyin kendi dışındaki bireyle yaptığı, dıştan bağıntıyı organize etmişlerdir. Ve bu organize bilinç; seçme ayıklama yapabilirliğin insanca ve bilinçli bir muktedirliğidir.
Siz toplum aşamasına gelmedikçe özgürlük ortada yoktur. Yazar burada nasıl bir toplumu, konu etmemektedir. Sadece toplumu ve toplumsal gücü, var olan toplum üzerinde vurgulamaktadır. Burada Dünya ve bitkiler bize ait değildi. Aksine, hepimiz hepimize aittik. Söz gelimi, eğer bitkiler bize oksijen armağan edişle, kölece bir hizmet akit ediyorlarsa(!); biz de onların oksijen okyanusu ortamı içinde boğulmadan, onların bir yan atığı olan oksijenlerini tüketiyorduk. Yani, bizler de ototrofların çöpçülüğünü yapıyorduk(!) Ve yine bizler onlara köleler gibi beslenmeleri için harıl harıl karbondioksit atığı salı veriyorduk(!)
Ama doğada bulunanla yetinmedi sağlayışın parazit ve haydut yaşam olmanın ötesinde; insanda bir bilinçse güçle elde ediilir şekle gelmesi, bizi diğer ait eşlerimizden ayıran bir özgürleşmedir. Artık ait eşlerin, bizim yaşam bağındaki yerlerini, yapma olanıyla belirleyecek bir güçteyiz.
Gelişen süreç, nicelenişleriyle; emek ve alın teri ve araç kullanımlarını ortaya çıkarmıştı. Ortaya çıkan emek, alın teri ve araç kullanımının getirilerine kapılışla insan eğilimli süreci, insanlar; ittifakı sürecin önüne koydu. Artık insanlığın, yepyeni bir çağı başlayacaktı. Eylemiyle doğayı sınırlı oranda değiştiren insanlığın çağı başlayacaktı. Tıpkı yaşamı oluşturan başlangıç koşulu gibi bir döndürülemez seçilimdi.
Yeni sürecin deneyimlerini kullanan insan, bu sürecin insan-doğa ve insan-insan girişmeli olan eşitsiz yansımanın yükünü sindirmeliydi. Bu sindirmeyi yapabilmek için de nesnelliğin o günler için olan yasal bilinmezliğini bu kez de komün dönemindeki gibi ama ona nazaran daha soyut anlatımlarla ve yavaş yavaş gelişen dil kullanımlarıyla ifade edecekti. Sürecin merkez kontrolleri; erdem-erdemsizlik, iyilik-kötülük; merhametli-merhametsiz gibi bir yığın kavram sözcüklerin öznel denetilişine yüklenecekti!
İnsanlar; güçlü-güçsüz; mutlu-mutsuz; hain-mülayim gibi sözcüklerle kategorize olacaklardı. Böylece kötüler tüm sorunların nedeni olacaktı! Tüm sorun, kötülerin düzelmesi ve iyi olmasıydı! İnsan zihnine konu olan bilmeler (çünkü bilme, bir yönü ile kaygılarınızı giderir ve yanlışlarınıza değin öğrenmelerdi kaynaklı kaygılarınızı da artırır. Böylelikle savunmanıza denk düşer çabalar oluşur. Yine bilme, bir yönü ilen de merakınızı çekerdi.
İşte bu kabil gerçek bilmelerin yerini; bilinmez olanın adeta bilinir olacakla icra edilen, iyilik kötülük temelinde ayrışarak, kabahatli kusurlu gibi ara kaynaştırıcılarıyla ilan edilmiş; öznellikleri almıştı. İyi belli, kötü belliydi. Artık suç ve ceza olacaktı. Yasak meyve (bilme ve bilmeyle gözün açılmasına dek meyve) bir kez yenmiş, mideler ekşimişti. Şimdiden sonra, en az ekşime ile yola revan olunacaktı.
Eşitsizlik, emekle ve emeğe sahip oluşla başlamıştı. Eşitsizlik içindeki nedenselliği insanlar, deney ve bilimsel bilgilerle okunamıyorlardı. Bu girişme içindeki, tedirgin edicilerden ve hoşluk verenlerinden, her şeyin kendisine yönelik olması gibi anladığı bir ben merkezli algıları vardı. Bu algı insanlara, asıl sorunları ve eşitsizlikti olayları, birbirine; iyilik-kötülük kavramının içinde cezai ve ödüllü çözümlerini kavratıyordu!
Olayların nedenini bilmek isteyen insan, bu kez de; erdem-erdemsizlik; merhamet, merhametsizlik gibi henüz yaşanılan ve yapı olaylarıyla ancak olgunlaşan nesnel ilişkileri kontrol etme eğilimleri vardı. Bu süreç aksamalarını kontrol edici öznel tutumlu eğilimler; sanki nesnel sorunların bir anlama ve süreci kontrol eden düzen mekanizmalarıydı! Böylesi öznel anlatımlar hal şimdiki olayları çözümlemek için de kullanıyorlardı.
Bu anlayışla söz gelimi, fakirlik bir değişmez kaderdi. Şimdiki anlayışta da fakirlik yine kaderdi. Ama değişir, diyorlar! Bunu da bir fakirin zengin olmasına , bir zenginin de fakir olmasına dayandırıyorlardı! Eh büyük kısmı ekonomik olan, toplumsal olaylar, kader olunca; akla gerek yoktu? Çünkü kader yaşanacaktı! İttifak öncesinin yaklaşık bir eşitlikti süreci, şimdinin eşitsiz süreci içine parçalanmakla, sürecin ne olaylara, ne kavramlara ve ne dram olacak mücadelelere gebe olduğunu insanlık, süreç ilerledikçe görecekti.
İnsan iyiliği kötülüğü ortaya koymuştu. Ama bir sorun vardı. İyilik ve kötülüğün meşruiyet kaynağı kimdi? Bunun olumlanmasını ve olumsuzlanmasını buyuran (nesnel yasallık, nedensellik) güç ne idi? Bu öznelleştirme süreçlerinin kaynağı, şimdilik deneysel bilimse süreç olmayacağına göre; Önlerinde hazır olan sosyal birlikti komün düzen içindeki gibi bir totem güç algısı benzeri soyut bir güç osilasyon kaynağı olmalıydı!
Sürecek