Komşuluk
Büyükşehirlerin varoşlarında yaşamak zor, yaz gelince daha da zorlaşıyor. Havaların ısınmasıyla insanlarımızın çoğu ister istemez kendini sokaklara, parklara veya evlerinin balkonlarına atarak vakit geçiriyorlar. Bunları yapmaların da bir sakınca var mı? Elbette yok. Olamaz, olmamalıdır da. Ancak; Yaşadığı apartmanda komşularının haklarına saygı duyarak, gittiği parklarda diğer insanların huzur içerisinde oturmalarına mani olacak hareketlerde bulunmamak kaydıyla.
Dün hava sıcaklığının iyice yükselmesiyle evde bunaldım. Çareyi kendimi en yakın parka atmakta buldum. Parkın içerisinde hem yürüyorum hem de uygun bir yer bulursam diye etrafıma bakarak gidiyorum. Bankların çoğunda bir ikişer kişi oturuyor. Oturanların çoğunun elinde çekirdek, gazoz ve kola türü içecekler. Tabi ki çitlenen çekirdeklerin kabukları doğru yere atılıyor. İçilen kola kutuları da aynı sondan kurtulamıyor biter bitmez masanın altına atılıyor. Biraz daha ilerliyorum, birkaç aile bir araya gelmiş kendilerine dondurma ziyafeti çekiyor. Çeksinler, afiyet olsun ama küçük çocukların düşürdükleri dondurmalar ayaklar altında. Onlardan sonra otur oraya oturabilirsen.
Ben yürümeye devam ederken parkın sonunda kafasını masaya koymuş uyumaya çalışan bir arkadaşımı gördüm. Yanına yaklaşarak;
-Selamünaleyküm.
-Aleykümselam.
-Arkadaşım senin evin yok mu ki parkta banklarda uyumaya çalışıyorsun gidip evde uyusana deyince. Çok şükür evim var ama komşum yok.
-Komşum yok ne demek. Sen apartmanda oturmuyor musun?
-Evet oturuyorum. Sadece altımda, üstümde, sağımda, solumda daireler var, komşum yok. Akşamları çoğu apartmanın bahçesine iniyor, semaveri yakıyor bir muhabbet, yukarıya duman mı gidiyor, gürültümü gidiyor umurlarında değil. Hele balkon muhabbeti başladı mı bitmek bilmiyor. Kardeşim televizyonlar bile kesintisiz yayın yapamıyor. Ama benim komşularım karşılıklı sohbetleri inan, mübalağasız sabah ondan gece yarısına kadar devam ediyor. Kapıları kapatmasam veya kendimi dışarı atmasam, bizim ve karşı apartmanda yaşayanların yarıdan çoğunda hangi yemek pişmiş, akşam onlara kimler gelmiş neler ikram etmişler, yedi yüz kilometre ötedeki akrabasıyla telefonda ne konuşmuşlar, kaynanasıyla neden atışmışlar hepsisine şahit oluyorsun. Karşıda, altında, üstünde hasta var mı? Vardiyalı çalışan var mı? Sabah erken kalkıp işe giden var mı diye düşünen yok. Birkaç kere ikaz ettim, aldırış eden yok. Bunlarda ne kul hakkı bilen var. Nede komşuluk hakkı bilen var. Tek çare ya katil olacaksın, ya çekip gideceksin. Ben her ikisini de yapamayacağımdan yeni bir imkân doğana kadar yarı evde yarı parkta yarı bindiğim araçlarda uyuyarak yaşamaya devam edeceğim.
Oysa İslam dini komşuluk haklarına ne kadar önem vermiştir. Medeni toplumlarda insan hakları bize saygı duyulmasını ve bizim de başkasına saygı duyma sorumluluğu yüklemektedir.
Dini kuraların karşı çıktığı ve medeni toplumlarda verilen insan haklarına uymayan davranışlarımız tamamen eğitim eksikliğinden kaynaklandı kanaatindeyim.
Evet, bol ışıklı, geniş bulvarlı kentlerin sokaklarında, acı çeken binlerce insan yaşıyor. Hiçbirimiz masum değiliz; hepimiz yara alıyoruz bundan. Az ötede, bin bir acının çıkmazına girmiş bir yüreğin zelzelesi hissedilmiyor ve mümince bir duyarlılık gösterilmiyor. Adeta Yüreklerinin etrafına sınır bekçileri koyarak duyarsızlaşanlar, masum ve mazlum bakışlardan kaçtıkça kaçıyorlar. Miyop bakışın görmekte zorlandığı, anlamakta güçlük çektiği o kadar çok şey var ki!... Güzel bir konu seçmişsiniz.Saygılarımla👍
Ne kadar isabetli bir yazı, önce kutlarım Fevzi bey. Hele ki kalabalık apartmanlarda komşu haklarının yerine göre fazla kaale alınmadığı gün gibi aşikar. İslamiyet bu konuya çok önem vermiştir. Hadisi Şerif'de ''Komşusu açken tok yatan bizden değildir''denilmektedir. Ayrıca yine bir atasözü ''Komşu komşunun külüne muhtaç''der bunlar dikkate alınması gereken söylemlerdir. Kutluyorum güzel yazınızı içtenlikle...👍