Korkuyorum!

Annem küçük odamıza yer yatağını sermiş, beni yatırmak için uğraşıp duruyordu.

-Gel hadi kızım; yat artık. Gecenin yarısı oldu. Hâlâ gözlerin faldır faldır. Uyku zamanın geldi. Yat artık!

Annemin çığlığı beni korkutsa da, yatmak daha fazla korkuttuğu için, bir türlü yatamıyor, sürekli etrafımı inceliyordum. Ocak, yani yeni adıyla şömine, tam yatağımın başucunda, ocağın iki tarafında küçük dolap gibi delikler... Dolaplardan birinin kapağı olmasına rağmen diğerinde kapak yoktu. Kapaklı dolap sürekli kilitli durduğu için, babamın düğünlerde ateşlediği silahının o dolapta saklı olduğuna karar vermiştim. Diğer dolapta, iğne iplik, makas gibi, günlük lazım olan araç gereçler vardı; ama benim dikkatim hep o kilitli olandaydı. Çok merak ediyordum, acaba ne vardı içinde?

Yatağımın sağ tarafında, ufacık bir penceremiz, pencerenin önünde, ancak bir sandalye genişliğinde bir divan, zaten dar olan odanın, daha da daralmaması için bu kadar dar yapılmıştı sanırım. Yatağımın ayakucunda, yani tam karşımda da, yataklarımızı koyduğumuz yüklük vardı. Zaten ne oluyorsa, bu yüklükte oluyor, beni inanılmaz derecede korkutuyordu... Yüklükte, zemini açık yeşil, üzeri beyaz kelebeklerle süslenmiş bir perde vardı.

Yüklüğün hemen yanında ise, tahtadan çakılmış, arkasından demir tırkazlı oda kapımız vardı. Odayı iyice inceleyip, ortalıkta korkulacak bir şey olmadığına karar vererek yatağıma uzanmıştım; ama bir gözüm açık, bir gözüm kapalı. Yüklüğün perdesini izliyorum sürekli. Şimdilik korkacak bir şey gözüme takılmamış, ağır ağır gözlerimi kapatıp uykuya dalarken,

-O da neee!

Perdedeki kelebekler ağır ağır büyümeye başlamış, o kadar çok büyümüşlerdi ki; köpeğimiz karabaştan bile büyük olmuşlardı. Ellerini bana doğru uzatıp, yüzümü gözümü tırmalamaya başlamışlardı. Ben korkudan, yorganı başımın üzerinden çekip, onlardan saklanmaya çalıştıkça, perdenin kenarlarından bir sürü dev kelebekler çıkıp, yatağıma doluşmuşlardı.

Ellerimle yüzümü kapatmaya çalışıyorum, ama ellerimi ısırıyorlar, korkuyorum! Nefesim kesilmiş, konuşamıyor, bağıramıyordum. Binlerce kelebek yatağımı istila etmiş, bir ayaklarıyla beni çiğniyor, bir ayaklarıyla tavana örümcek gibi yapışmış, sallanıyorlardı.
Çıldıracağım, korkuyorum, bütün gücümle bağırmaya çalışıyorum.

-Anne! Anne! Anne!

Sesimi duyan yoktu. Beni yiyorlardı; tıpkı karabaşın kemik yediği gibi... Çıtır çıtır seslerini duyuyordum. Dayanamıyordum. Bir daha bağırmaya çalışırken, her yerimden kan akıyor gibi geliyor, bakmak istiyordum; ama gözümü açmaya korktuğum için bakamıyordum.

Kapının gıcırtısını duyuyordum. Ağır ağır kapı açılıp, içeriye dev gibi biri giriyordu. Ocağın üzerindeki, gaz lambasının gölgesi, yaratığa vurduğu için, gözümde daha da büyümüştü dev. Bana doğru gelmeye başlamıştı. İşte yanımdaydı. Eğilip yorganı kaldırarak bana dokunuyordu.

-Eyvahh! Acaba bu gelen, canavarın annesi mi? Yoksa babası mı?

Yataktan kalkıp kaçamıyor, bütün gücümle tekrar bağırmaya çalışıyorum.

-Anne! Anne! Anne!

Derinden bir ses duyuyordum. Annemin sesine benziyordu.

-Korkma kızım. Ben yanındayım. Korkma!

Annem beni kucaklayıp yataktan kaldırmış, ama ben O'nu benim annem değil de yaratıkların annesi sandığım için, yüzünü tırmalamaya çalışıyordum. Annem beni sarsarak uyandırmıştı. Tekrar uyutmak için ne kadar uğraştıysa da uyumak istemiyor, sıkı sıkı anneme sarılıyordum. Yanımda yatması için O'na yalvarıyordum. Annem de benimle yatmıştı. Annem yanımda olduğu için, kendimi güvende hissedip, perdeye baktığımda, yaratıkların perde de hala yapışık olduklarını görmüştüm; ama annemin beni onlara vermeyeceğini düşünerek rahat yatıyordum.

Sabah olmuş, annem beni uyandırmak için uğraşıp duruyordu. Bense, gece uyuyamadığım için, uyumak istiyor, gözlerimi açamıyordum. Ebemin odasına sofra kurulmuş, herkes beni bekliyordu. Annem beni uyandıramayınca, kucaklayarak abdestliğe götürüp yüzümü yıkayarak uyandırmıştı. Sofraya oturtup, elime çorba kaşığımı verdiğinde, ben başımı bir öne, bir arkaya sallıyor, gözlerimi uykudan açamıyordum. Ebem benim başımın sallandığını görünce:

-Biraz çorba iç. Zurna boyunlu şey! Yemezsen boynun işte böyle zurna gibi uzar, iki yana sallanır durur!

Annem bana kıyamamış olacak ki:

-Ana imine (Emine) gece hiç uyumadı. Korkutuyolar herhalde. Bi hocaya falan mı götürsek?
Ebem:
-Ne olacak? Abdestliğe işemiştir. Korkuturlar ya! Ben onu okurum. Bi şeyciği kalmaz!

Annem çaresiz... Sofrayı toplayıp, işe gitmek için hazırlanırken, ben ocağın yanındaki ebemin kaba minderine kıvrılıp yatmıştım. Bu odayı çok seviyordum. Minder kabaydı, odada da öcüler yoktu. Ne kadar uyuduğumu bilmiyordum. Öksürerek uyandığımda, ebem elindeki küreğin içine yaktığı üzerlikleri bana doğru tutup, dumanını üzerime üfürüyor, dudakları mırıl mırıl dualar okuyup, bana doğru üflüyordu. Ben çıldırmış gibi, bağırmaya başlamıştım.

-Akşam öcüler, sabah duman; ben ne zaman uyuyacağım!
Ebem:
--Eyvah! Bu çocuk essahtan dellenmiş. Tez zamanda bir hocaya götürmeli!

NOT: Aslında delilenmemiş, sadece o perdeden korkuyordum. Kimse bana, neden ve kimden korktuğumu sormamıştı. Allah'tan, o evden kısa zaman sonra ayrıldığımızda, perde orada kaldığı için, yeni gittiğimiz evde artık korkmuyordum. Değerli anne babalar, size çok sevimli ve şirin görünen nesneler bile, çocuklarınızın gözünde birer canavara dönüşebilir. Çocuklarınızı dinleyip, korkularını öğrenin. Ne kadar pahalı olursa olsun, korktukları nesneyi evden uzaklaştırın. Gerekirse, evinizi değiştirin. Hiçbir şey, çocuklarınızdan değerli değildir.

06 Haziran 2010 5-6 dakika 6 denemesi var.
Yorumlar (2)
  • 15 yıl önce

    Değerli arkadaşlarım, bu aslında benim anımdır; fakat anı bölümü var mı bilmiyorum. O sebepten ben de deneme bölümüne ekledim. Bir hatam var ise şimdiden özürümü kabul edin. saygılarımla...

  • 15 yıl önce

    Emine hanım,çocukluğumda ben de öyle zaman zaman yanılsamalr içerisinde kalıyordum...gözümde her şey devleşiyordu.Haklısınız.Çocuklarımızın ruh sağlıkları çok önemli.Dikkat etmekte fayda var. Akıcı bir yazıydı.

    Tebrikler. SElam ve sevgilerimle.