Küçük Kırmızı Balık
Küçük bir kırmızı balığım ben
Yüzmeyi unuttum.
Belki de deniz bitmişti, deniz neydi sahi? Hiç olmuş muydu? Ben yanlışlıkla mı gönderildim buraya, burası boşluk, kocaman bir yer ama boş, boşluk daraltır hep, varlığım sıkışır pres makinesinde gibi, bu boşluk içi bomboş bir boşluk. Yüzecek yer yok, belki Tanrı deniz bırakmayı unuttu bu boşluğun içine.
Bana da yüzmeyi unutmamı tembihledi, yüzmeyi unuttum, dalgaları unuttum ama izleri duruyor, tuzun tadı duruyor kırmızı dudaklarımda. Boşluk bile hatırlatırken denizi nasıl unutabildim yüzmeyi? Aldılar içimden yüzme yeteneğimi, biraz da bu yüzden yeteneksiz hissediyorum kendimi. Başkalarına bakıyorum, onlar kırmızı değil, onlar balık değil. Biraz parlak et bürünmüş iskelet hepsi ve kaygan. Oysa ben kaymadım hiç, kaymak istemedim, kaymak kaypaklık gibi bir şeydi bana göre, yapamazdım. Gitmek istediğimde giderdim ama gidecek yer de yoktu.
Deniz yok burada, sanırım balçıklaşmaya yüz tutan biraz su birikintisi ve her defasında dibine kadar kafamı sokabildiğim toprak var, çamurlaşan. En kötüsü de yıllarca deniz var zannedip, o varmış gibi yüzmeye çalışmakmış, kandırılmakla eşdeğer bir sancı girdi yüzgeçlerime. Boğmak istiyorum kendimi, ama boğulmuyorum, bu su bana düşmanlık mı yapıyor bilmiyorum, çıkmak mümkün olsa şu cehennemden...
Az biraz daha sabredeyim, nasılsa yakında biter bu su, içmem lazım, daha çok içmeliyim. İçim yanıyor ama içtiklerimden ve yiyemediklerimden. Onların yerine yüzdüm hep yüzdüm, yüzgeçlerim yorulana dek. Açlığımı unuttum, tokluğumu unuttum. Akvaryumdaki süslü balıkları düşündüm, hangimiz daha şanslıydı diye... Belki balık olan hiç kimse şanslı değildir, ama biraz da şanslıdır, unutabildiği için. Unutmamıza bile biz karar veremiyoruz, isteğimiz dışında oluyor her şey. Benim unutmayı istemediğim bir sürü şey vardı ve unutmak isteyip de unutamadıklarım da...
Şimdi ben burada ölmeyi istesem kesin unuturum. Ölmeyi unuttu derler sonra bana gördükçe ama ben yaşlandığımı da unuturum. Suyun içinde ne kadar yaşlanabilir ki bir balık, yaşlansa ancak başkaları tarafından fark edilebilir. Oysa akvaryumdaki balıkların belki aynaları da vardır. Belki ayna karşısına geçip kendileriyle konuşmaya vakitleri de.
İçimin sesi!
Bu ses de olmasa yalnızlıktan patlayacağım, neyse ki bu ses var içimde. Rahatım suyun dibinde güvenliyim. Büyük balıklar gelene kadar güzel yer yine de burası.
Burada deniz yok.
Bence balık da olmamalı.
Bizi buraya bırakanlar unuttu çoktan. Onlar mı balık biz mi balığız?
Hele kırmızı olmanın hiç anlamı yok bu renksizlikte... En iyisi yok olmalı, ama nasıl? Ölünmüyor bile burada. En iyisi bir ruh bulup, içine yerleşmek, eminim beğenip, isterler beni. İçinde olmamı. Olmalıyım. Balık kalmamalıyım. Hatta belki hayal kurmayı da öğrenirim. Belki amacım olabilir, belki sevdiklerim, sevmediklerim. Gitmek istediğim yerler de olabilir belki ama en çok saklanmak istiyorum ben. Söz veriyorum hiç çıkmayacağım.
Alışmadık mı zaten hapsolmaya?
Burada bir şeyler ters gidiyor farkındayım ve ben nasıl gittiğimi fark edemiyorum. Belki de ters yüzen benim, ters düşünen, düşünemeyen. Balıklar düşünebilir miydi? Bunu sormalıyım. Uzun zaman içinde aceleye getirilmiş bir hayat benimkisi, hep telaşlı yüzmelerim vardı, bir gün denizin yok olacağını biliyordum bu belki de kendime vedaydı. Takılmıyorum artık, sonu gelmeyen arsız cümlelere, sadece laflıyorum kendi içimle. Bunun da bir rahatsızlığı yok kimseye.
İsyan burada başlıyor. Kendime kızmakla, kendimi yemekle başlıyor. Yüzmemekle, yüzmeyi protesto etmekle başlıyor. Her süzüldüğüm santimde gözyaşlarım var, burası ondan tuzlu, balıklar da ağlar ama kimse göremez bunu, fark etmeye yetenekleri yok bana göre. Onlara göre balıklar ağlamaz, şairler gibi gizlice duygularını yaşarlar, içten içe, yalnız. Eminim şairler daha şanslıdır onların yazacak defterleri ve kalemleri var kurşundan. Silinse de yazılır tüm olanlar, olmak istenilenler, hayaller. Ama ben ne yapabilirim, bir defter bulsam kendime ?ki bulamam, kaç gün dayanabilir bu ıslaklığa? Bir kalem bulsam yazar mı burada? Yazmaz. Suda kalem yazmaz. Yazsaydı ben de şair olurdum, içimde bir şair ruhu taşıyorum çünkü ben, bunu biliyorum. Ama kimse bilmiyor, söylesem anlamazlar, anlasalar deli derler biliyorum.
İçimde bir ruh taşıyorum şairden
Ve ben bedenimi bir şaire veriyorum ruhumla.
Ona, onun olanı veriyorum. Bu ruh bana ait değil, belki de yazana ait. Ama balıklar yalnız yüzer, birlikte kokarlar. Ben kokmak istemedim, yok olmak istedim. Birimizin yok olması gerekiyordu, bu ıslak sancıdan kurtulabilmemiz için. Birimizin kuruması gerekiyordu gözyaşlarının. Birimizin iyi olması gerekiyordu ve tam da böyle düşünebildiğimiz bütünlük burada başlıyordu.
***
Küçük kırmızı balık!
Bu destan burada bitmiyordu...
Her hikâyenin sonunda da ölmeye lüzum yoktu, bu yüzden sonsuzuz, deniz kadar. Burada olmasa da, şu balçığa saplanıp kalsak da, hayaller sonsuz. Çünkü hayaller gerçeklerin gölgesidir, hep iz bırakılan.
Kırmızı balık.
Şimdi susmaya gidiyor, siz yüzerken bıraktığı izlerden çözebilirsiniz bu hikâyeyi.
Dokuz Ekim İki Bin On Üç 12 40
Hayatın içinden bir dolu yaşanmışlık. Biraz hüzün, biraz acı, biraz yaşama telaşı. Nevin Akbulut denemeleri her zaman okutuyor içinde az kurgu olsa da çoğu hayatın tam ortasından. Tebrikler değerli kaleme...👍