Kurnazlık

Göz bağcılık, açıkgözlük, kurnazlık, göz boyamacılık, aldatma, desise, yanıltma ve zekilik. Bu saydığımız kavramlardan biri hariç tamamı niceliksellik üzerine kuruludur. Son terim yani zekilik ise niteliksel değer ve anlam yüklüdür.

 Genelde bu son terim bilim insanları ya da sanatın değişik dallarında uğraşan başarılı insanlarda ortaya çıkabilir. Aktif hale gelmemiş, gün yüzüne çıkmamış zekalar toplum ve insanlık adına yararcılık oluşmadığı için zeki olarak kabul edilemezler. Gömülü kullanılmayan bir cevherin zamanla değersiz hale gelmesi, çöp olması anlamını taşır. Zeki ancak sadece bir karakter olarak ortaya çıksa bile bu böyledir.

Elbette zeka bu alanlarla sınırlı değildir. Tarihe baktığımızda zaman zaman siyaset yani yönetim alanında da bu tür kişiliklere rastlarız. Aslında bunlar da aynı zamanda iyi bir bilim insanı olma özelliklerini taşırlar. Dolaysıyla zekilik ile bilim arasında doğrusal bir bağlantı var gibi gözüküyor.

Akademik etiket ise bilimle uğraşan insanlara verilen bir tür paye ve rütbedir. Bu alanın yani bilim alanının sulandırıldığı, koflaştırıldığı, çürütüldüğü toplumlarda adeta dağıtılan akademik etiketin hiçbir önemi yoktur.

 Akademik kariyer olarak bile kabul edilmez. Bu akademiklik bilim insanı olma özelliğini taşımaz, sadece sözde kalır, kendi kendinize sözde bilimcilik oynarsınız. Bilimsel alanda hiç bir hükmü yoktur, hatta şarlatanlık olarak görülür. Doğrusu da budur.

Maalesef bunun örneklerini biz ve bizim gibi ülkelerde sıkça görmekteyiz.

Daha açık bir ifadeyle siyasetin yetersiz kişilikleri, gerçek bilim insanları üzerinde otorite kurmak, oluşturmak için bu alanı bayağılaştırırlar. Kendi ülke gelişimleri için kurmaları, geliştirmeleri gereken bilim alanlarını bir tür istila etmiş, yok etmiş duruma getirirler.

 Çok acı ki, bunun en somut ve yaşamımızda hissedilebilir özelliğini çeyrek asırdır kendi ülkemizde çok yoğun olarak yaşamaktayız. İnsanları kolay yönetebilmek için toplum değersizleştirilir ve birçok kavram anlamsızlaştırılır. Yani vulgarize edilir.

Gerçek bilim insanları da kendi bilim alanlarında gelişmiş anlayışa rağmen çeşitli tehlikelere maruz kalabilirler. Ki çoğunlukla böyledir.

Bilimin alanını biraz sonra anlatacağımız “tepe sınıfı” sömürür. Bu sınıf bireysel değil sistemseldir. Bu yüzden görünmezdirler. Buna sonra geleceğiz.

Yukarıda saydığımız ilk yedi terimin zeka ile hiçbir ilgisi yoktur. Tam tersine aptallıkla ilgisi vardır ve ahlaksızlık içerir. Ama diğer tüm değerlerin içi boşaltıldığı hatta tersine çevrildiği gibi topluma zarar verici bu “aptallaşma”, bilinçsiz toplum tarafından zorunlu, olması gereken kaliteli eylemler yani nitelikler gibi algılanır.

Küçük mahalle esnafının minik hak tırtıklama açıkgözlüğünden tutun da taşra tüccarlığının çevresindeki insanların çaresizliğinden yararlanarak kısıtlı imkanlarla oluşturduğu ellerinde ne varsaya hırs bürümüş gözleriyle bakan açıkgözlüğüne hatta Ortadoğu toplumlarında sıkça görülen kabilemsi - ulusal düzeydeki şark kurnazlığına kadar durum böyle ilerler, böyle gelişir. Bu şark kurnazlığı kendi toplumu yok etmeye kadar varan büyük aptallıklardır.

Deneyimlerimizden ve bilgi birikimlerimizden, en önemli şeyimiz olan zamanı harcayarak elde ettiğimiz, sosyal yaşama dair gerçekten şu altın bilgiler toplumda hiçbir zaman karşılık bulmayı bırakın, dudak bükümlerine maruz kalıyor.

 Anlatmaktan gerçekten yorulduk…

Nedir bu altın bilgiler?

Çok basitçe bir kez daha anlatalım …

Toplumda üç tür güç merkezi vardır. Toplumun özelliğine göre bu güç merkezleri öncelik sırası gösterir. Bunlar; zenginler ve soylular sınıfı, toplumu yönetenlerin oluşturduğu iktidar sınıfı ve son olarak inancı yönlendiren ruhban sınıfı. Ama tarihsel bir genellilikle en ilk sırayı güçlülerin güçlüsü sınıfı olarak zenginler ve soylular alır. Bu çağda soylulardan bahsetmek size fantastik hayalciliğin ürünü gibi gelebilir ama tamamen gerçektirler.

Bunları bire bir algılayamayışımız, soyluların büründükleri biçimlerinden kaynaklanır. Dar alanda, çevrenize bir bakın. Ekabirler, ileri gelenler bu dar alanın bir tür soylularını oluşturur.

Bu durum Eflatun’un devlet tanımında da böyledir. Sokrates’ in anlatılarında da böyledir. Her ne kadar en üstte devleti yönetecek mülkiyet edinme hakları olmayan, daha doğru bir ifadeyle mülkiyet edinmeye ihtiyacı olmayan mülkiyetsiz zeki insanlar sınıfı olan “ korucular”, (aslında bunlar bir sınıf değil komünizmin polit bürosu gibi bir avuç insandan ibarettir, bunlar seçilmiş ve özel yetiştirilmişlerdir) var ise de bunu zenginler ve soylular adına yaparlar.

“Hey amigo!...”

“ Buyurun bay Valdez.”

“Elimdekini görüyor musun? Ne var? Hadi anlat bana…”

“Bay Valdez, anlatacaklarım başkalarının yaptıkları olacak, onun dışında size bir şey anlatamam.”

“ Öfke, sevinç, haz, sevgi… nerenden kaynaklanıyor?”

“ Bana verilenlerin benim dışımda olanlar tarafından oluşturulması ve işlenmesidir.”

“ Sana bunları söyleten nedir o zaman?”

“ Geçmişte insanlar ve onların zihinsel birikimlerini biçimlendirenlerdir, bay Valdez.”

“ Çiftçi, sen çok kurnazsın. Tarlana ektiğin ürün kıtlaşırsa kimi suçlarsın?”

“Suçlamak mı şükürden başka bir şey bilmeyiz biz, yalnız…”

“Ya yağmur yağmazsa?”

“Tanrı’ya yalvarırız…bay Valdez, yalnız…”

“Ya Tanrı sizi unutmuşsa”

“Efendim ben basit bir çiftçiyim, bu bana göre ağır bir soru, yalnız…”

“Yılı geçirmen için gelip benden yardım isteyeceksin, ambarlarımdan sana yardım ederken bir söz alacağım senden.”

“Yalnız…”

“Yalnız, yalnız, yanlız ne amigo söylesene!...”

“Efendim bunlar bana sorulacak sorular değil, benim işleyecek “tarlam yok” ki. Biz ter kokusu, toprak kokusu, gübre kokusu ve siz izin verdiğiniz müddetçe birbirimizin et kokusundan başka bir şey bilmeyiz. Ben sizin malınız durumdayım.”

“ Gringo… ben sana mantığın pratikte uygulamasını anlatmaya çalışıyorum.”

“Haklısınız bay Valdez, dedim ya yalnız bunlar bize ağır sorular. Biz alalade sıradan insanlarız, ehliyetimiz, irademiz, ihtiyaritemiz bile sınırlıdır, mahkumludur, biz işlenmiş ürünüz.”

Evet, Valdez’in çiftçisi doğru söylüyor. O bir üründür, köle bile değildir. Ürün kendini bilemediği gibi, kendini bulacak alanda, fırsatta bulamaz. Tanrının yaratığı (yaratık)olmasından zenginler ve soyluların üretiği (üretik) olan bir varlığa dönüşürler.

Maalesef tarih boyunca bu böyle işlemiş, böyle gelişmiştir. İnsanın bir tür yapay doğası haline gelmiş adeta kaderize edilmiştir.

Toplum üç güç merkezi tarafından biçimlendirilir, yönetilir. Sınıflama insani olgu olarak ortaya çıkmıştır, doğal değildir doğaya uyumlu değildir. Her toplum saydığımız üç merkezin ürettiği değerler ölçüsüne sınıflama yapılır. Ama en etkilisi yani insanlara kendi sörümürü durumlarının, sömürüldüklerinin farkına varamaması için kullanılan değer “inanç”tır.

Bir de üstüne üstlük insanlara hayali düşmanlar üretip yani diğer toplumların kendi yüce toplumuna düşman olduğunu enjekte etmek, insanı kendi yüce toplumu adına can vermeye kadar iter. Ama bu can verme tabi ki toplum adına değil toplumun kendi güç merkezleri adına gerçekleşir. İnsan can verirken bile bunun farkına varamaz. O, ulaşacağı hayali cennette hayali makamıyla meşguldur.

İnanç, ütopik ötesi ödül ve ceza vaad eder. Topluma ait olma güçlü güdüsü de bunu destekler.

İşte bu insanın boşluğudur, insanda boşluk oluşturulur. Güç merkezleri bu boşluktan insana dolaysıyla topluma istedikleri gibi girerler. İstedikleri hale getiriler… Bay Valdez’in çiftçisi olurlar.

Halk kendi içinde birbiriyle, konunun girişinde saydığımız aptallıklarla ufak tefek yararcılık peşine düşer. Bir parça bölük pörçük oluşmuş edindikleriyle, akıl kırıntılarına dayalı sosyal ve kariyer yükselmeleriyle gözleri kamaşır ve çevresinde olup biteni göremez hale gelirler. Bireysel yararcılığın günlük yaşama etkisi toplumsal yararcılığı düşünmeyi hemen unutturur.

En dar çevreden başlayarak, bölgesel, ulusal alana kadar yayılan egemen olan zenginlik ve soyluluk hiyerarşisi dünyaya açılırken daha güçlü yapılarla karşılaşır ve bunlara entegre olur.

Kim bunlar? En yukarda saydığımız zekilik kavramını taşıyanları bile sömüren kesimdir. Bilim insanlarını, üniversiteleri finanse edenlerdir. Bunlar insan yaşamının tüm alanlarına egemen durumdadırlar.

Bilimin çok geliştiği modern toplumlarda bilim insanını sömürü düzenini kurmuşlardır. Tarih boyunca ideal devlet yapısı oluşmamış ancak zenginler ve soyluların kendilerini devam ettirecekleri devlete egemen sistemleri çok gelişmiş hale gelir. Bu sistem öyle güçlüdür ki kendisi için en ufak olumsuzluk algısında isimler, kişiler soyluların içinden olsa bile sistemin çarkları arasında un ufak edilir. Bu sistemin kusursuz işlemesinin bir reaksiyonudur.

Devlet sistemi değil sistem devleti yönetir.

Peki diğer iki güç bu işleyişin neresindedir?

Lafı uzatmadan çok kestirmeden söyleyelim. İktidar sahipleri ve inancı yönetenler bu sistemin onarıcılarıdır. Üstlendikleri misyon ve rol budur. Daha doğrusu zenginle ve soyluların kendilerine biçtiği görev budur.Bir başka yazımızda bu konuyu biraz daha derinlemesine açabiliriz.

İnsanlığı çürüten, yok eden, köle eden kurnazlık bu kurnazlıktır.

31 Ağustos 2024 8-9 dakika 34 denemesi var.
Beğenenler (2)
Yorumlar