Kurtuluşun Felsefesi 1
İstiklal Savaşı Öncesi Esnası Ve Sonrası Durumlara Kısa Bir Bakış 1
A-
1] 'İttihat ve Terakki Partisi bizi savaşa soktu da, battık' denişli; bu tür söylemler kendi mantığı içinde, yaygın bir anlatımdır. Ama bu türden denişler, bir başka şekilde anlaşılışla da akamettir, verimsizliktir. Bu çeşitten fikirler, geçmişteki bir olgunun ya da olguların, abartı ile genelleştirilmesidirler.
Bu kabil söylemler, sürer olanın bitişinde ve yeni başlangıcın öncesindeki; alınması gereken rollerin, sosyal ve toplumsal yapıdaki yönetsel rol alışların, iyi tespit edilemeyişidirler. Tarihsel yasalar içindeki pek çok aktifliklerin, her zaman kendi değeri içinde, uygun aktörlerce oynanamadığının, görülemeyiş idirler. Ki bu türden söyleşilir oluşlardaki en temel yanılgılarda buradan çıkar. Bu yanığının bir yanı da, tarihi; bir kişiler, bir yöneticiler, tarihi sanmanın dar görüşlülüğüdür.
Bu kaçınılmaz sona gidişte, es kaza; savaşlar kazanılsa da, rol en iyi aktörlerce oynasa da, bu türden son, mukadderdi. Mevcut yapı korunamazdı. Kurum ve kuralları ile yeniden yapılaşmadan da bu yapı kalıcı olamazdı. Yapı kendi kendine dönüşemezdi de. Eski sosyal yapı; kendi içerisinde oluşan, yeni ve gelişmeci dinamiklerinizi, bir nevi kanserleşmiş hücre gibi algılayacaktır. Ya da eski yapı yeni toplum dinamiklerinizi, sapkınlık olarak görür ve ona saldırırlar. Tek kelimeyle söyleyecek olursak, eski yapıyla hesaplaşmaya gidilmeliydi.
Bir konuyu detaylı bilmek demek, tarihte bir şeyi genel kavranışla iyi bilirlik olaraktan, pek bir şey ifade etmeyebiliyor. Tıpkı Avusturya Macaristan veliahdının öldürülüp, Birinci Dünya Savaşının, bu yüzden çıktığı bilgisini, biliyor olmak gibi kısmen bom boş bir anlamadır. Avusturya Macaristan Veliahtı öldürülmese de 1. Dünya savaşı zaten çıkacaktı.
Çıkacak olanın tutuşmasını belki biraz öne alan kıvılcımdı. Tıpkı 'İttihat ve Terakki'ciler bizi savaşa soktu da battık' denmesindeki gibi afakî ve yüzeysel bir hamlıktır, bu. Bu tıpkı, birkaç gün içinde doğal yolla ölümü gerçekleşecek bir kronik hastanın, insanı yatağa dahi düşürmeyecek olan bir gribal enfeksiyona yakalanıp, üç gün önce, ölmesi gibidir.
Çünkü Dünya'nın pazar olarak, egemenlik olarak, yeniden ve yeniden paylaşımı, savaş için temel ve birincil nedendi. Vaka olarak, elbette ki; her iki olguda; gerek Avusturya-Macaristan veliahtının öldürülmesi, gerekse terakkicilerin bizi savaşa sokması, doğrudur. Süreçte olmuş durumlardır. Ama temel olmayan vesile sebeptirler. Her zaman olguların önünde vesileler, nedenler vardırlar: Gerekse İttihatçı Hükümetin bizi savaşa sokması gibi. Gerekse Avusturalya Macaristan veliahtın öldürülüp 1.Dünya Savaşı'nın çıkması gibi.
Ama tarih bilinci olarak, önümüzü görmek ve güven içinde geleceği plânlar olmamız için de, bu bilmezliklerimiz bizde; tam bir körlük saplantısı da yaparlar. Bu tür anlayışlar, iz azdırıcı ve gerçeği saptırıcı söylemdirler de. Örneğin Kenedi (ABD başkanı) de; Olef Palme (İsveç başbakanı) de; tıpkı Avusturya-Macaristan veliahtı gibi suikastla öldürüldüğü halde, bu vesileci nedenler hiç de savaş, nedeni olamamıştırlar.
Çünkü Dünya, konjonktür ufkunda böyle bir birikmiş savaşa değin olacak oluşma, yoktu. Bütüncül bilgi, sistematiğini kavrar olmada bu kabil yetersiz ve yanlış uslamlamalarla yapılan analizler sağlıklı olamazlar. Bu tür yanlış sanısal ileri sürüşlerle, özsel gerçeğin anlaşılması daima ketleştirilir. Bu gibi analizler, araya karşı devrim denen, tutucu sürecine değin düşünceleri monte etmekten başka, hiç bir işinize de yaramazdır.
Değilse İttihat ve Terakki'nin bu anlamda, haklı olacak, savunulur tarafı elbet olmayabilir. İttihatçıların durumu, sadece o anın okunamayan bilinemezliğiyle, o günün, Dünya konjonktürünün, heyecansız şekilde, salimlikle, değerlendirilmeyişidir de. Ve Osmanlının kendine özgü somut iç koşullarını, yanlış kanılarla bezeyip, toprağa değin kaybedişler, itibari olan politikalara değin kaybedişler, diplomasi kayıplarının, hep iyi biçimde değerlendirilememesinden kaynaklıdırlar. Ve dahi tutumları, fazlaca fevri heyecanlı, maceracı ve fazlaca hırslıca, sonu dramatik olacak amaç güdüşlü, bir tavırdır da.
Osmanlı'nın Birinci Dünya Savaşına girer oluşunda ve savaşa girişteki rol üslenişlere dek tutumlara Osmanlı ittihatçılarının; vesile neden olmaları dışında; bu yapıyla, başta Fatih Sultan Mehmet'te olsaydı, hükümet, sadece şu birkaç neden yüzünde bile, savaşa girecektiler. Ya da Osmanlıyı gayri ihtiyari de olsa, savaşa sokacaktılar.
İttihat ve Terakki'nin savaşçı yaklaşımı olmasa dahi, ittihat ve terakki savaşa girişme iradesi göstermese bile, Osmanlı bu savaşta, olacaktı. işte şartlarıyla oluşmuş bu atmosfer, iç ve dış öznelci yaklaşımların süzgeci; bu gibi ittihatçı, heyecanlı yapıları seçip, ortaya koyacaktı Ve bu gidişe uygun öznellikler, şeçme eleme kriteri ilen ortaya çıkartılıp, adeta sürecin içinde sürüklenecektiler. Aslında bu hal, öznel etkilerin günceleyişleri ile zamanında dönüşemeyen o yapının dağılması gerekliliği amacına, pek uygundur! Olaylara olaylar sonrası olan zaman içinde baktığımızda:
1-En önemlisi tekâmülünü, ömrünü tamamlayan bir imparatorluk, kendi çöküşüyle tarih sahnesinde kaçınılmaz ama mutlu doğumla, silinmektedir.1699 da başlayan süreçle, toprak kaybedişlerini geri almanın hevesi ve paniği ile Osmanlı, kendince zamanı uygun algıladığı bu tür fırsatlarda, zaten eylemlerine geçmekteydi. Böylelikle bu çöküşe Osmanlı, bilmeden de olsa istemeden de olsa kendi katkısını koyacaktı. Ki, İttihat ve Terakki de, bu türcü oluşçu kısırlığının; siyasi hayallerinin içinde idi.
2- Önceden beri, özellikle de 1800'lü yıllardan 1914 yılına kadar, sanki konjoktür emperyalistlerince Osmanlı toprakları, payı mal edilecek, bir ülke olarak görülmüyormuşun, unutulması olan mantıksal kusuru, bu söylemle de hemen sırıtık veriyordu. Osmanlı için emperyalistlerin düşüncesi; 'Terekesi paylaşılacak hasta adam' dan da öte bir şey değildi. Böyle görülüp, talan ve işgal etmenin gerekçesi, gizli paylaşım anlaşmaları, güne dek konjonktür olan bir durumdu.
Bu genel bağlamda da, Osmanlı'nın siyasi coğrafya yapılanmasının bir gereği idi. Düşmanın, 'düşman' oluş gereği bu böyledir. Emperyal duygular bir yana, öteki yandan da düşenin dostu olmazlık gereği, bu kaçınılmazdır. Bunlar da bizim hem işgal olacağımızın, hem de savaşa zorunlu olarak girdirileceğimizin somut, siyasi, konjonktürsel ve süreçsel nedenidirler.
Sürecek
Tarihin yargılanması her zaman bana tuhaf gelmiştir. Tarihte suçlu aramak, kahraman aramak, kişiselleştirmek çarpık bir anlayıştır bencede. Tarihsel olay ve kişileri değerlendirmek öyle basit bir işte değildir ki tarihçilerin bir konuyu bile yıllarca araştırması gerekebilirken biz bize öğretilen şartlı refleks gibi tarihsel (ne kadar doğru-yanlış tartışılır) bilgiyle tarihi yargılar ve ya övünür ya dövünürüz. Tarihsel gerçekler duygusal değil belgeye dayalı bilgi gerektirir. Doğru bilgi ve objektif bakış ile tarih analizi yapılır. Birde öyle bir konu varki Hocam tarihi sadece kendi devlet tarihinle değil iç içe geçmiş tüm ilgili devlet tarihleriyle,siyaset erklerinin o günkü koşullardaki konumu ile değerlendirmek gerekir. Beni aşan konulardan biride tarihtir(hangisi aşmıyorki) Bu nedenle bilgi ve objektiflik açısından kalemine güvendiğim bir kişi olarak sizi takipteyim.
Teşekkürlerimle, sevgi ve saygımla...
Değerli Nedim,
Elbette tarihi bilmekle Tarih bilinci ayrı bir şey. Dediğiniz gibi tarih genel ve özel bağıntılı durumları içeriri.
Bu çalışma da, tam böyle olmasa da, bu gayretle yazıldı.
Saygı ve sevgilerimle.