Kurtuluşun Felsefesi 108
108] Kelimenin tam anlamı ile toplum, toplum için üretirdi. Oysa halkın pek çok üretimi toplum için değildi. Günümüzde inançların toplum içindeki yapılaşması, bundan dört yüz sene ile sekiz bin yıl öncesinin yapısallığında olan, zorunlu koşullarındaki gibi bir, var bulunuş değildiler. Köprünün altında çok sular akmıştı. Dinler, halk alanda bulunması gereken, aksiyomer bir sosyolojik ilkenin ete kemiğe bürünmüş özel şeklidirler.
Bu nedenle inançlar süreç içinde giderek toplumsal otorite olmaktan çıkıp halkın içinde halk için oldular. Zaten inançlar sonraki gelişmiş halleriyle toplum için olamazdılar da. Bir toplumsal değişme, bir toplumsal dönüşme; bir toplumsal düzenleniş, günümüzde hemen tüm topluma (Dünya'ya) yansıyordu. Eski dönemlerde, bu düzenlenişler toplumsal yapıda yansıyan temellenir olduklarından toplumsal değişmeler inanç sembolleri üzerinde, halka ve topluma yansıtılıyordu. 8 bin yıl öncesinin inanç yapıları, daha sınıf belirginliğini işler değilken ve egemenlik de iddia eder de olmadığı için toplum üzerinde pek bir olumsuz basınçları yoktu.
Değişimin nesnel yasallığı ve bağlamalıkları, uzman kurumları dışında; halkça ve toplumun bir kesimince, hemen anlaşılamaz oluşundan ötürü, değişme ve dönüşmeler, topluma hemen mal olamıyordu. Değişmenin yeni ilişkileniş ve paylaşımcı tutumu, topluma ve halka yerleşe bilmesi için inançlar üzerinden ve zaman içinde ancak, yavaş yavaş yansıtılabiliyordu.
Bu yansıtılma ittifaksak ilişkilenişlerle, inançlarla sembolize ve seremonice edilerek yapılabiliyordu. Bu tür şölen ve törenlerde edimce kavratılışlar, halka bayram şenlikleri biçiminde, formüle edilirdi. Yeni olan yapılaşmalar, kutsal üzerinden, halka mal edilen bir ritüelce inanç alanına dönüştürülüyordu.
Günümüzdeki toplumsal değişmelerin düzen ilişkilenmesi de, hem halka, hem topluma, demokrasi kavramı altında, meşrulaştırılması ve transferci oluşturulması yapılıyordu. Demokrasi inançlar gibi olmayıp hiç olmazsa karşı konulması da vardı. Oysa dinlere karşı konulamazdı! Demokrasilerin itirazcı olunuşla tartışılması vardı, demokrasilerde mücadeleler içinde olunması gibi aktüel oluşları vardı. Hâlbuki dinler içinde ne itirazınız, ne tartışmanız ne de mücadelenizle, aktüel olmanız vardı!
Zaten halk alanının kendi içinde halkçı oluşmalarının dinamikliğini taşır olması yanında, genel süreç içinde, halk; toplumun belirlediği bir yapı idi. Bu konuda, toplum ve halk yazı dizime bakılabilir.
1950 seçimlerin de, mevcut iktidarın, politikalar üretememesi vardı. Toplumsal politikaların karşı argümanları da, yine bir toplumsal politikalar olması gerekirken; dini söylemlerdi! Dini söylemler iktidarın kendi politik ipini çeken, tutumu olacaktı. İktidarı bir daha, pek pek iktidar olmaması kaydı ile müzmin bir muhalefet yapacaktı.
Ava giden avlanacaktı! Genç ve dinamik cumhuriyetin gelişmeci ve hızlı adımları, bayrak yarışlı maratoncuların yetersizliği ile gittikçe sönümlenecekti. Asıl işi, üretim yaptırıp refah dağıtmak olan iktidarlar, borcu yiğidin kamçısı yapıp, elde olan tüm devlet olanaklarını, satışa sunup, dâhiyane bir tüketimle ve gelecek nesillerin istikballeri ipotek edilerek, refahın paylaştırılması yapılacaktı! Öyle ya, çareyi onlar bulsunlar idi! Dini siyaset, nesnelce politikalar yerine, ipotekçi, yararsız politikaların içine bağdaş kurmuştu.
1945'lerin sözüm ona, 'Özgür dünyadan' yana oluş politikaları, meyvelerini vermeye başlamıştı! Bize, ikili anlaşmalarla Marshall yardımlarıyla Truman doktrinleriyle, NATO'ca vs. girişmelerin peşi sıra, can ve mal kayıplarına mal oluşları getirmenin re alizesini önümüze koymuştu bile! Astarı yüzünden pahalıya gelmişti. Ülke yavaş ve icazetli gelişir olacaktı. Dünya bir noktaya gittiğinde ancak, biz onun çoktan bıraktığı noktada borç içinde olarak, bulunabilecektik. Din tekrardan toplumsal yapının argümanı olacaktı. Bıkılıp tükenmez, türban tartışmaları ile aysberg, yüzünü gösterecekti. Reva görülen buydu!
Nal burcusu mıhtan olanın, vurulması çekiçten ve balyozdan olurdu. Biz de, çekiş güç ve balyoz güçten ve balyoz ve çekiç hareketlerinden, geçirilecektik. Muhasır medeniyetler düzeyi, tekrardan; 1500 yıl öncesinin, kültürü ile bulunacaktı! Evrensel hukukun oluşturulmasına gayret edilen süreçlerde, iç hukukun tüketilişi ile evrensel yapılar içine müracaatlar edilecekti.
Dış hukuktan alınan kararların içe sinmez oluşun da; 'bu kararların ulemaya danışılışta mı', alınıp alınmadığı, gibisinden dâhiyane sorgulatılma patlaması yaşanacaktı! Böyle bir soru çağdaş olan kozmik olan hiçbir yöneticinin aklının ucunda bile geçmeyecekti. Ama 'hamt olsundu ki' bizde cevher çoktu. Sağlık alanında bir uygulama, ulemaya sorulmadan gerçekleşemeyecekti, 2005'li Türkiye'de! Ve dahası; Atatürk döneminin, ne kadar totaliterce olduğu tartışılacaktı. Bu, adeta iğne ile kuyu kazan, emek ve çaba verişle güncel biriktirişler yapar olmanın yerine, kılını da kıpırdatmamanın, iktidarca sefasını sürmek olacaktı!
Vaatler, Cumhuriyetin atılımcı, genç, kazanımla dinamizmini; kolaylıkla ekarte etme yarışmalarına dönmüştü. Hem de Cumhuriyet sürecinin devamı olduğunu iddia eden partilerce böyle yapılacaktı. Bu girişmeler sonunda, tarikat ve cemaatler gibi karşı siyasetler kazandırılacaktı. İktidarlarının gücünü sağlayabilmek için de, ABD'lerinde yaşayan, misyonlularına; alayı vala ile demokrasi adına, saygı ve temennalar sunulmaya gidilecekti. Hem de, gündemde olan en sağdan partilerle, siyasetin solunda olan partilerine değin, bu temenna sunma işi, şaşamaz bir hac farizası gibi olmuştu. Bunlar da güya; toplumun, çok partili demokrasisinin, bir kazanımı idi!
Ah zavallı insanlık! Sizin aranıp durduğunuz düzey ve düzlemi biz 1500 sene önce bulmuşuz da; sizin gözünüz kördü! Göremiyordunuz! Kefere inadı efendim. Ama ters giden bir şey vardı. Biz inanmanın mutluluğunu çoktan bulmuştuk da, sefalet boynumuz da bir halka idi!
Öyle ki soğuk savaş döneminin estirdiği, 'Özgür dünya' rüzgârı estiren efsane, günümüzde Ortadoğu hâkimiyeti ile karar kılıp, bununla da yetinemez olacaktı. Bu nedenle biçimlenişimiz önce bir 'yeşil kuşak', sonrada bir, nur topu gibi bir 'ılımlı İslamcımız' olacaktı! Keçeci mengenesine sıkışıp, git gel yapılacaktı.
Sürecek