Kurtuluşun Felsefesi 151
Kendisinin ilk başlangıç koşulları dinamiği içindeki konjonktür sel olguları katmakta çok cömert davranan Osmanlı, haliyle güncellikten çok uzaktı. Sağlıklı bir konjonktür sel dinamizm karşısında sağlıksız ve hastalıklıydı.
Sanayileşme trendini ve sanayileşme devrini kaçıran Osmanlı kendisini, ne olup bittiğini hiç anlamadığı yeni bir durumun ardışık bir ikinci başlangıç koşulunun içinde bulmuştu.
Yeni koşul: zorunlu bir olgu ile sanayi devri salınımlı olacaktı. Ganimet elde etmek olan emperyalist tutum, sanayi ürünlerinin pazar paylı dış satımı nedenle maske değişecekti.
Güncel durum içinde (konjonktürde) sanayi ürünü ihracı, ülke olarak var oluşun belirleyicisiydi. Güncelin üreten rekabet koşulları içinde DÜNYA PAZARINDAN pay elde etmek için süreç "Dünyanın yeniden ve yeniden paylaşılmasıydı".
Osmanlının kötüye gidişindeki nedenler içindeki sanayi ve sanayi ürünleri ihracı güncelin yeni belirleyeni olmuştu. İşte Osmanlı yeni durumun belirleyeni olan bu ikinci başlangıç koşulunu da hiç anlamamıştı.
Anlayamadığı ters gidişi birbirine kükremekle; Kanuninin Fransuva’ya mektup yazdığı günleri tekrarlamanın hamaset afyonu içindeki esriklik ile yeni olan süreci üstün körü savuşturup, hazmediyorlardı!
Osmanlı şaşkın olduğu durumu anlamak yerine, yeni sürecin psikolojik şok etkilerini duydukça bunu atalarının "Osmanlı tokadıyla" izaha yeltendikçe, batağa daha da batıyordular.
Emperyalist konjonktür nazarında Osmanlı, süreç mirası paylaşılacak hasta bir uygarlık olması nedenle; terekesi paylaşılacak olan canlı cenazeydi.
Muhteşemliğine yakışmayan bu kötü gidişat içinde Osmanlı ara sıra diri oluş tepkileri veriyordu. Nasıl canlılık tepkileri vermesin ki?
İşgal ve parçalanma gibi kendisine uygulanan şokun şaşkınlık refleksi içinde kendisini süren bir bir Kuzey Afrika ve Ortadoğu savaşları ile Balkan Savaşı içinde bulmuştu. Daha bunların sonu gelememişken birdenbire kendisini Birinci dünya savaşı içinde bulmakla Osmanlı emperyalist bir ateş çemberi ile baş başaydı.
Bu durum koşullar içinde Ekim 1917 yılına geldiğinde dünyada ve Osmanlının kendi şartları içinde yeni bir başlangıç koşulu doğmuştu.
Esasında yeni bir denge politikalarını verecek olan bu başlangıç Osmanlı için "Tanrının bir lütfu" denecek kıratta bir siyasi koşuldu. Hani gidici olan hastaya doktor ne yerse yesin der ya, onun gibi Osmanlıya hangi başlangıç koşulları verilirse verilsindi, Osmanlı bunu anlayacak dinleyecek durumda değildi.
Bir tarih bilincine, bir tarih felsefesine ve bir konjonktür sel durum dengelerine hâkim olmakla bunu sisler bulvarı içinde kavrayan Mustafa Kemal gibi diyalektik zekalar için, bu şartlarda bile karamsar oluş yoktu.
Olması gereken gibi sisler içinde beliren bulvarın olgu ve eylemleri sınama yanılma ile ortaya konacaktı. Ne olgular doğa dışıydı. Ne geçmişin insanlık deneyimli olgularını kendisine eylem kılavuzu yapanlar doğa üstüydü.
Anadolu’ya geçiş mukadderatı ortaya koyacaktı. Mukadderat; en az doğruları kadar hata ve hatalarını düzeltme üzerine oluşacak yeni durumlardan, çelişkilerden süzülecekti. Kader Anadolu’ya geçişin konjonktür sel yol adımları içinde aşama aşama zihinsel ve eylemsel düzeltişleri olan durumların içinde damıtılacaktı.
Bu tür genel seyirli durumun genel akışı içindeki "Ekim Devrimi" gibi konjonktür sel alan içindeki ufacık bir konjonktür değişikliği vardı. Kurtuluşun felsefesi bu değişikliğin boşluk alanlı kimi devim hollerinin temas noktaları desteğine ilişklenecekti.
Bu konjonktür sel değişikliğin bu minicik olanağı Kurtuluşlu Mücadele için sonuçları pek büyük olacaktı. Tüm mesele diğer konjonktür sel şartlarla beraber yeni olanı da görecek olan bir göze duyulan gereklilikti.
Daha birinci Dünya savaşı bitmeden yeni konjonktür şöyleydi. 1917'de Çar imparatorluğu içinde Sovyetlerin ve Bolşeviklerin (çoğunlukların) Menşeviklere karşı (azınlıklara karşı) kazandıkları bir EKİM devrimi olmuştu.
Daha çok değil düne kadar işgalci iken ve işgalcisi olduğu Erzurum’da seneyi devriyesi dolmadan 42 günde çıkmak zorunda olmakla karşımıza dikilmiş olan Rusya; Ekim 1917 devriminin getirdiği tutumla; "emperyalizme ve işgale karşıydı."
Sovyetlerin Ekim devrimini veren bu tür sosyalist yaklaşım içinde olmaları ve yeni tutuma sadık kalmalarıyla Rusya şimdi Anadolu Hareketinden yanaydı. O günkü Sovyetler kuvvacı dirençle aynı anlayışa sahip olup, bizim yanımızda da duruyordu. Ve mazlum ülke saydığı bize "size yardıma hazırım" diyordu.
İşte bu sosyalist hareketli doğum, işgalde kurtulmak isteyen Kurtuluşlu Felsefeyi başarıya götürecek olan şansı ortaya koyacak konjonktür sel koşulu veren, konjonktür durumların en önemlilerinden biriydi.
Neden? Çünkü Anadolu Devrimi ve Ekim Devrimi olan her iki devrim hareketinin DÜŞMANLARI DA AYNIYDI. Her iki hareketin düşmanı ve karşı olduğu tutum EMPERYALİZMDİ. İŞGALDİ. Alanı bizden farklı olan sosyalizm, işgalci ve kapitalist emperyalizmi düşman olarak görüyordu.
Osmanlının saltanat benliği ve bu saltanat statükolu bir taassubu vardı. İnancı gereği bu bencillik ve taassubun korunması köle dediğimiz ahaliye de geçmişti. Saltanat ve ahali bu tutumu nedenle bunu da (ekim devrimini de) anlamayacaktı.
Saltanat kendisinden başka, sanayi toplumlarının ortaya koyduğu "ulus devlet" gibi tarih sel oluşumların kutsallığını da anlayamıyordu. Çünkü saltanat olan bünyeye zarardılar.
Saltanatın yeni kutsallıkları anlaması bir yana, ulus devlet gibi yeni kutsal oluşu anlayan kuvvacı hareketi de Bolşeviklikle ve bilindik bir biçimde dinsizlikle suçlayacaktı.