Kurtuluşun Felsefesi 164
Hakimiyeti milliye söylemi kapsamında dogma ile yetişenler içten içe herkesin kendi anlaması olan bilinçlenmeyi, başkasının da öyle anladığı bir biçimsel mana sanıyordu. Bu dogmatik anlamaya göre Milletin Hakimiyeti, sultanın saltanatıyla gerçek oluyordu! Çünkü referanslar iman üzerineydi!
Mondros Silah bırakışmasından sonra şimdi saltanat adüv tehdidi ve düşman etkisi altındaydı. Yurdun tehdit altında olması dahi saltanatın selameti ile eşleşiyordu. O halde halk hareketi olan HAKİMİYETİ MİLLİYE iradesiyle saltanat, vuzuha (açıklığa anlaşılırlığa, huzura) kavuşturulmalıydı! Çoğu halktan kişiler ve kadrodan çok kişilerin fikri ve düşünce özgürlüğü(!) buydu!
Ortada 600 yıldan fazla bir zaman ömrü ile konjonktür sel olması sürdürülememiş cenazesi kalkması gereken bir enkaz vardı. Fakat küllerin içinde her daim üflenmesi gereken kıvılcım olasıydı. Mustafa Kemal HAKİMİYETİ MİLLİYE ile bu kıvılcımı yakıp tutuşturacaktı. Enkazda çıkması olası tek sunu, tek proje buydu.
Konjonktür ulus devleti dayatıyordu. Ama ulus devlet söylemini insanlar konjonktür gerçekliği içindeki yapısal dönüşümlerden değil de Fransız devrimi söylemli anlatılardan olan bir mana oluşla küffar icadı olmakla anlıyordu. Ulus devlet söylemi bile zihinlerde saltanata ve padişah iradesine çevrilen anlamı ile kavranıyordu.
Bu bağlamla kimi bilinçli halkın nazarında altı yüz senelik enkazda kurtarılacak olan Fransız sanayi devriminden efektle ULUS DEVLETİN inşasını oluşacak olmanın da bilinciydi. Çok geri düzlemli zımni imleç buydu.
Artık yüz akıyla çıkılacak olan mücadele içinde biatçe, köleci, saltanatı şahane lütuflunun söylem ile irat olan, irademdir yaz diyecek bir dinsel yetkeyi içeren tandansı içeren uysallıkla millet söylemi tarihe karışmış olacaktı.
Yeni durum içinde millet, ulus devlet tanımı içindeki emek eksenli yurttaşlık esaslı üreten bilincine sahip halkın da adıydı. Millet, dogma olan kuldu paydaşlığın iman bilinciydi. Siz bu zarf üzerine zarfı olan taşıyıcı dalgayı özden ayırmakla, ulus zarflı ulus devlet içlemindeki ulus bilinçli bir modülasyonu iletime sokacaktınız.
Millet söylemiyle bilinçlere ulus devlet kavramını da söyleye bilirdiniz. İster iseniz millet söylemiyle eski dinsel ve saltanatçı söylemlerle kuldu paydaşlığı sömürmeye devam ederdiniz. Bu bir kusurdu. Hala da istismarı ile süren bir kusurdur da.
Millet ile ulus söylemini birbirinin söylemi sanmakla yol ayırımını fark edemeyen emsallerinin aklına gelmeyen, HAKMİYETİ MİLLİYEYDİ (MİLLET HAKİMİYETİ-ULUS EGEMENLİĞİYDİ).
Ülkenin işgali ve ahalinin güvenliğinin tehdit altında olması önceliği, ulus devletin kurulur olabileceği anlayışını perdeleyen bir durumdu. Ulus devlet, ancak geleceği tasarlama gücü olan zekâların kurtuluş sonrasını görebilecekleri bir ufuk-i kavrayıştı. Aslında enkazdan çıkacak olan ulus söylemi yeni bir yapı sal oluşumun yeni adıydı. Ve ulus kavramı bu oluşum etrafında meşruiyetle, meşru olmaktı.
Üstelik bu özelliklerin (meziyetin) sahipleri, çıkışlarıyla meşru görülen bir saltanata karşı isyancı durumuna düşmüştüler. Bu halinizle hem halk gözünde hem dünya nazarında nasıl meşru olacaktınız?
İşgal etmekten ve işgalcilerle iş birliği yapmaktan gözü dönmüş olanların göremediği veya görmek istemediği bir yeni akım ve yeni söyleyiş vardı. İşte meşru sayılan saltanata karşı meşru oluşun yen bir dehası tam da buradaydı. Hazırda her milletin kendi kaderini kendi tayin etme hakkı vardır diyen bir konjonktür söylemi vardı.
Dahası sular durulana kadar bu söyleme denk düşen bir söylem içinde olan yepyeni bir konjonktür sel durum vardı. Bu yeni durum 1917 Ekim Devrimi içinde yapılaşan genç Sovyet sosyalist cumhuriyetler birliğiydi.
Sovyetler bünyesinde olan sosyalistleri de Wilson ve Lenin ilkeleri dahiliyesinde kendilerini savunma içinde olan ülkelere, hoşgörü ile bakıp; bu hoş görü ile mazlumlara taktikti bir form içinde yaklaşıyorlardı.
Aslında bu söz Wilson'un dış işleri bakanlığınca da emperyalistlerce de karşı konulmakla, talihsiz bir yaklaşım denmekle, reddedilecekti. İlke olarak kendisi bir işgalci iken işgalci emperyalizme karşı çıkan Sosyalist oluşum, istikbaldeki genç cumhuriyet için yararlanılması gereken yeni konjonktür içinde yeni beliren bir gerçeklikti. Ortamdı. Şanstı.
Bilgisi dogmalardan oluşan dini bilinçlenme ötesine geçmeyen ve sosyalizmi din üzerinde anlayan bir zavallılık vardı. Oysa bu zavallılığın bakışına karşı bu yeni durum, taze taze bir olanaktı. Sosyalistler mazlum ülkelerin her bir gayretinde sovyetleri yanlarında görmelerini, deklere ediyordular
Bu deklarasyon emperyalizm karşısında ve hiç değilse o anlarda bir bağlayıcılıktı. İşgale uğramış her mazlum ülke kendi mazlumluğunun ve kendi olanaksızlığının içinde Sovyetleri yanında hissedecekti. Her mazlum ülke kendi gerçekliğine göre Sovyetleri kendi durumuna denk düşen bir olanağın belirmesi olarak görebilecekti.
İşte sosyalizmi sırf dini doğmalar üzerinde anlayan bu ekseri yapı içinde kurtuluştu hareketini Sovyet deklarasyonun bu bağlayıcılığı üzerindeki bildirişimleri kendi yararına olacak sonuç ve destekler içinde görmek te siyasi bir dehanın ikinci bir siyasi deha adımıydı.
Dünya liderliği, Hitler gibi Musollin'i gibi emperyalist bir tutum ve tehdit eşliğinde atıp tutmayla olmuyordu. Ya da dünya liderliği, bin dört yüz yıl öncenin konjonktür koşullu içinde çıkarılmış olan akılı, takiple olmuyordu. Böylesine müstesna bir konjonktür sel zekâ pırıltılı eylemlerle olunuyordu.
Örneğin emperyalizmin binlerce tır dolusu silahla, eğit donat yapma taktiği ile size komşu kıldığı yeni terör oluşumu karşısında siz konjonktür sel proje üretmiyordunuz. Neresinin güncel bir akıl ve güncel bir söylemin yaklaşımı olduğu belli olmayan akıl dışılıklarla siz; sözler patırdatılıyordunuz!
Ensar, din kardeşliği, mezheptendik gibi yatıştırıcı (uyuşturucu) politikayı sakız edip bir gece ansızın gelebiliriz demekle ne dünya lideri olunuyordu. Ne Dünyada esaminiz okunuyordu. Bu söylemlerin arkasında güncel bir kolektif akıl vardı. Ne dahilikti. Bu tutum ne en hafifinden bir vasat yöneticilikti.
Aslından geçmişten beri gelen bir tarih bilinci vardır. Şartlar değişince direnmek meşru olur der, bu bilinç. Ülkesi işgal olunmuş, orduları dağıtılmış, yanmış yıkılmış, hiç aralıksız savaştan savaşa bitap düşmüş, saray yönetimi kukla kılınmış şartların değişmesine karşı direnmekten gayrı ne meşru olabilir ki?
Mustafa Kemal'in ümmet tandanslı olmasıyla eski bilinç yapılı milleti yeni şartlar içinde Devleti aliye olan padişah kuşatılmıştır. Padişahı bu kuşatılmışlıktan kurtarmak gerek diye başlayan söylemleriyle halkı motive edici tutumla seferber etmesi; yeni sürecin başlangıcına kolektif güç sağlaması başka bir gerçekçi durum içindeki akılcılıktı.
Yani Sevgili Gazi öyle akılcıydı ki doğup büyüdüğü yerlere duyulan dayanılmaz özlemle bile üç gün içinde Selanik'e iner Kasım Paşa Camiinde ikindi namazı kılarız demiyordu. İşte dahi ile rahi (yola ait) arasındaki fark buydu. Kargaların bile güldüğü ahval ile kendini dünya lideri ilan ettirmişsin kaç para.
Yurdun kurtarılması yeni ilkeydi. Neden yeni ilkeydi? devlet ilk kes mi savaşa giriyordu? Tabii ki hayır. Millet savaşın da barışın da kararının saltanat tarafından duyurulmasına alışmıştı. Millet hareketi için payitahttan gelecek olmasıyla direnişin yangınına dönüşecek ufak bir kıvılcım için saltanatı aliye den işaret bekliyordu.
Halkın beklediği işaret bir türlü gelmediği gibi üstelik padişah heyeti nasihalarla, zaptiye gücüyle ile resmi cami vaazlarıyla ve dahi düşman uçakları ile dağıtılan yazılı bildirilerle halkı işgale karşı direniş yapmamağa çağırıyordu.
İşte payitahttın direnmeyin diyen bu çağrısı karşısında oluşacak olan asi tutum YENİ İLKEYDİ. Kadro hareketiydi. Oluşan bu seyir ediş içinde halkın kutlu davaya inandırılması ve halkın yeni ilkeye ikna edilmesi gerekiyordu. Bu gerekiş düşüncesi içinde olunduğu andan itibaren bu güzide kadro; MEŞRU OLMAK ve MEŞRUİYETLE olmak için bu halk hareketine HAKİMİYETİ MİLLİYE, diyordular.
Mustafa Kemal'in ve kadronun hakimiyeti milliye söylemleri içinde olan bu halkla beraber olma; halkı padişaha rağmen davaya ikna etme tavırları; Mustafa Kemal'i ve Kadroyu hem halkın gözünde meşru kılıyordu. Bu meşruluk TEMEL KOŞULDU: Hem de halk hareketi Wilson ve Lenin ilkeleri etrafında alenen konjonktür devletleri anlayışı nazarında açıktan ve kerhen meşru olmakla görülüyordu.