Kurtuluşun Felsefesi 17
17] Bu tür fevri ve hissi anlayışlar, güncel devlet olmanın, güncel devlete değin kurumlaşma kurallarını bilgi olarak tam ikmal edememenin, bütün yanılgılarını taşımaktadır. Bu yanılgı kişileri inanç ayrımcı olmanın içinde tutar. Bu yüzden kişilerini düz mantık çıkartışlı yapmıştır. Hâlbuki siz, böylesi bir inakçı anlayışla, Kurtuluş Savaşı hareketinin oluşturulması esnasındaki, din adamı alimlerinin olumlu vaazını hiç dinlememiş olup da, öz hareketin içine katılan; dinsiz ya da gayri Müslimlerin var bulunmalarını, bunların bu mücadeleye katılma hareketini, bu tür din eksenli düz mantığınızla, asıl okuyacaksınız?
Bir kutsal hareketi, herkes baktığı yerden tutup anlar ve anlatırsa bu tarih bilinci olur mu? Halkın bir vatan sevgisi, bir kul olma Osmanlı tabiiyeti mantığı, ya da yurttaş olma bilinci tanzimat fermanlarıyla ve birinci ikinci meşrutiyetlerin estirdiği kimi rüzgarlarla ve milliyetçilik akımlarının doruklaşmaları gibi araçların etkilemesi ilen yurttaş olma özgür olma vatandaş olma gibi duymalar ve benimsemeler hiç yok mu da, din alimleri olmasa bu iş kotarılamazdı denmeye getirilmektedir? Din alimleri de, sonuçta yükümlülüğü olan bir yurttaş değiller mi?
Din alimlerinin de bilinçli bir toplum ve bilinçli millet aidiyetliği yok muydu da böle söylenir? Halkımız müslüman olmadan önceki yaşantısı için de yurt savunması bilinci çoktan oluşturmuş, kendi yurtlarını savunmuş, bir çok devletler kurmuştur. Aksine dini inançlar, halkımızın var olan bu bilincinin üzerine oturmuş ve gelişmiş devinmiştir. Yani yurt sevgimiz inancımızdan dolayı değildir. Aksine inançlar zaten var olan yurt sevgimiz üzerine konumlaştırılmıştır.
20 Nisan 1920 günü Temsil heyetinin bildirgesi 'devlet otoritesi olmanın bilincinde olan' herkesin manen olumlaması gereken bir haldir. Bu bildirge; en tabii, en gerçekçi ve kontrolsüz gücü, kontrol altına alan, kitleleri kazanmak için bir sosyolojik yaklaşımdır. Orada şaşa kalacak bir tavır yoktur. Ve orada, ülkenin gelecekteki inşasına katılacak olan bir inşa olur denli ufacık bir katılma malzemesi de yoktur.
Şunu söylemekle tarih bilinci olan her okurda, anlamlar dönüşülmesinin, kod çözünmeleri yapacağını ve bir anlamalar açkısı oluşturacağı da, pek açıktır. Kurtuluş Savaşı'nı yapanların elinde, meşru bir devletin yasaları ve bunun hukuki kullanımın meşruiyetliği yoktur. Durum en büyük sorunsallarından ve zorluklarından biri de budur; onca yoksunluklara rağmen, siz savaş başlatacaksınız, hem de legal bir hükümete rağmen!
Meşruiyetliğin sağlayacağı her tür olunuşun tutamak, dayanak, talep ediş ve bu talep doğrultusunda yasal cebirlerini ellerinde tutabilmenin, muktedirliği sizde yoktur. Söz gelimi; vergi toplamak, askere almak gibi meşruiyetçi onanmaları, kutlu isyancıların ellerinde yoktur. Tek içsinilir ve kabul edilebilir zemini olarak; 'vicdani ortak kanaat' vardır ellerinde.
O vicdani ortak kanât de; "işgalin kabul edilemez olmasının tezahürüdür" ve 'onun etrafında çekimleşerek, eksen olduruşların devinmesi vardır'. Bu da çok şeydir ama halkı kazanmada tam bir meşruiyetlik olmuyordu! Ve bundan da kolay kolay geleceğin cumhuriyeti çıkmazdı!
Gerçekçi bir önder, böylesi bir devinmenin vicdani legalitesini, geniş kitleler üzerinde nasıl oluştururdu? Elbette inanç ve yurt aidiyet birliği üzerinde legal ize ederekten olacaktı. İstiklal Savaş'ı mücadelesi zorunlu, ama otoritenin zorlamadığı bir gönüllü harekettir. Bu da yukarıda açıklandığı nedenle, ortada legal bir baş varken, yeni bir illegal başın aranışı gibidir! Ortada yasal olan başın, otoritesi yok iken, 'halkın kendisini otoriter kılmasının ikamesidir' bu. Burası çok önemlidir. Burası asıl düğümün bilinç olmayan, ama bilinç olacak olan; açkı noktasıdır!
Halk hareketini ve onun yönetimini, evrensel anlayışlar ve ulusal değerler içerisinde yasal kılmanın meşruiyet dayanaklarını ortaya koymaktır bu. Halkın bin yıllarla, kul mantığı içinde( kendi güncelliğine göre uygun, ama 1700'lü yıllardan beri güncel Dünya konjonktürselliğine uymamaya başlayan ve artık bu uyumsuzluğundan ötürü bir) uyuşturulma ve şartlandırılmalarından uyandırılışının silkinmesinin de mücadelesidir bu kutsallık.
Türkün kutsal isyanı, halkının cehalet içinde ve öğütçü baskıcı yapı içinde tutulmasının da isyanıydı. Bu kadrodan çoğu heyetlerce hiç görülememişti. Sorup sorgulaşmayan, gelenek görenek ve inançlar cenderesi içinde şaşkına çevrilmiş, horlanmış, duasını bile daima birileri etmiş olunan halkın, işte bu bir yığın, olumsuz alışmalarından sıyrılışını da, içsel, özsel devinimin kendiliğinden tutum oluşunun da, hareket kılınışıydı; bu kutsal isyan.
İşte Gazi'nin ve olabildiği kadar cami vaazlarının, bu öz görüngü hareketlerin, oluşması ile buluşup, faylaşma tetiklemesini yapacaktır. Bu öz hareket olmasa, hiç kimse bir şey yapamazdı. Temel olan, görülmesi gereken meşru oluş da buradadır. Gazi bu hareketi doğru okuyup değerlendiren önder bir diyalektiktir. Gazi şartların elverir olmasından ne daha önce, ne daha sonra ortaya çıkmıştır.
Zamanı ve zemini iyi kollayarak bu kutsal isyanı gerçekleştirdi. Söz gelimi Gazi içindeki ateşle yeni ulus kurma eylemini Çanakkale Savaşı arbedesindehemen sonra yapsa idi başarılı olur muydu? Bugünkü bakışla biliyoruz ki bu yol olanaksızdı. Bunun bir yolla bir cevabı olur.
O yol da çevrel nesnel sosyal koşulların, tam bir seçicilikle oluşmamamış olması nedeni ile tamamen bir başarısızlık olacaktı. Her zaman bir miktar yeterli olmayan çevre ve sosyal koşullar vardır. Ama bu sizi muaffak kılmaz. Şimdikiler gibi birden bire, sezonluk indirimlerin ucuzluğu ile güya halk iradesi olmuşlar gibi değildi.
Sürecek