Kurtuluşun Felsefesi 2
İstiklal Savaşı Öncesi Esnası Ve Sonrası Durumlara Kısa Bir Bakış 2
2] Bu erimeye bu dağılmaya bu çöküşe bu felakete gidişte, sanki 1821 yılında Yunanistan ve diğer unsurların, Osmanlı içinde ulusçu ayaklanmalarının bir yansıması yok gibi düşünülmektedir. Sanki imparatorlukta kopuşların, çöküş de ve dağılma aşamasındaki, ayrılıkçı grup direnişlerinin, Osmanlıda yarattığı hezimet duygularını, bir fırsatında Osmanlıda toprak kayıplarını yeniden ele geçirmenin tutkusuna dönüşmeyeceği gibi düşüncelerden yoksun oluşlardır ki: 'İttihat ve terakki bizi savaşa soktu da battık' demenin yüzeysel eften püften anlaşılmasıdır.
Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı için, Osmanlı'nın hali hazırda fiilen sürmekte olan, Balkan Savaşı gibi bir badire içinde olmasının, süren; süreçsel bir devamı değilmiş gibi görmezden geliniyor olması da, bu mantığın; hem açmazıdır; hem kısırlığıdır; hem güya bir karşı hareketi, monte etmenin kastıdır.
4- 'İttihat ve Terakki bizi savaşa soktu da battık' denişindeki kusurlu düşünmenin bir diğer eksikleri de şunlardır. Osmanlı toprağı olan Irak petrollerinde ve diğer yerlerdeki enerji yataklarında, İngilizlerin, Fransız'ların, Alman'ın gözü yoktu gibi savaş nedenleri es geçilmiş! Buralara dek olan Alman, İngiliz, Fransız'lara değin vaki talepleri, yok sayılışla ittihat ve terakkiyi direk suçlamaya yönelinmiş.
Veya konjonktür düşmanlarının bu hali göz önüne alınmışsa eğer, güya olasılıkla biz, eperyal istekler için; 'onlar buraları istiyorlar' diye, "buyurun diyecektik!" Ve güya savaşa, böylesi bir vaz geçişle katılmayacaktık! Gibi düşünülmüş çıkarsamalara gitmek te olasıdır. Vs. vs. Yukarıdaki söylem, bunları anlamaktan ne kadar azade, bir yanılgı ve maksat ki; az düşünme ile bu düşüncenin, pek bir iler tutar yanı kalmıyordu. Savaşa girdikten sonrada, kötü yönetimin, çok kötü iç ve dış felaket uygulamalarıyla başbaşaydık.
İşte bunlar bizim ateşte olmamızı gerekli kılan, güncel, somut, nesnel ve o günün koşullarıdırlar. Enver Paşa, Talat paşa bu, vesile oluşlalarla, ortam salınım sonuçları çok büyük bela olacak öznel fevriliklere de yöneleceklerdi. Ama savaşın temel nedeni değildirler. Yani Atatürk'ün tespitlerini yapıp, yönetime kabul ettiremediği bu temel tedbirler, önceden alınabilirdi. Belki de bundan sonra güçlü kararlılıklı ve dirayetli durulabilirdi. Savaşın saçılım akışı böyle felaketli dağılımlar göstermeyebilirdi.
Ama şididen itibaren bunlar da boş ve afakidir. Artık detaya girmiyorum Terakkiciler bu işi üslenmese de , Osmanlı olaraktan bir biçimde yine savaşa girecektik. Zaten itilaf devletleri boğazları savaş sonrası Rusya'ya bırakma sözünü, kendi aralarında çoktan vermişlerdi. Bu kafalara dank etmeli. Bu da tek başına savaşı kaçınılmaz kılacak bir zorunlu karşı koyuş olacaktı
Bir başka hissi söylem ve kısır söylem ve maksadını aşan söylem de, şu olmaktadır:
B- 'Cumhuriyet kuruluncaya kadar, camilerde hutbe veren, Allah'ı ve dinini, toplumun Müslüman kimliğini kullanan, kuvvayı milliye taraflıları, Cumhuriyet döneminden sonra sanki tavır değiştirmişler, sanki geçmişte bunlar, hiç olmamış gibi anlatmaları karşısında insan olarak, düşünen olarak tepki gösteriyorum.'
Bu türcü söylemler en cahil söylemlerdir. 1000 yıldır halkı ümmetçi yapı içinde tutumla tınışlarla, ümmetçi bir mantıki anlamalarıyla ve ümmetçi inançlı bir mantıki söylemlerden oluşturduğunuz insanlarınızı, her halde; insan hakları beyannamesi ile izafiyet teorisi ile evren sel ilkelerin ışığı ile kurtuluşun felsefesini inşa etmenin birliğine çağıramazdınız. Ümmetçi anlayışa göre mülk, Allah'ındı. Mülkün sahibi, mülkü dilediği gibi kullanır ve tasarruf ederdi.
Mülkün sahibiyetliği, Allah eli ile önce peygamberlerindi. Peygamberler eli ilende peygamber soyu halifelerindi. Bunlara itaat edilir. Bunların çağrısına uyulurdu. Bu Tanrı sözüne uyma hükmündedir. Bu türden 'ulül emre itaat' zorlaması, bu tarzdan bir sözdür. Bu bir mümin için yükümdü de. Tanrı'nın olan yönetme hakkı ve egemenliğin (otoritenin) gücü, halifelik makamı yoluyla Osmanlı padişahının olmuştu! Bu çağrıyı padişah yapacaktı, ama orada ses yoktu!
Tehlike altında olan mülkün, tehlikede olduğunun kararını da, mülkün savunulması çağrısını da, din (şeriat, Tanrı, Tanrı adına halife olan padişah) yapardı. O günlerin sevgili Mustafa Kemal'i halife de olmadığına göre, halkı savunmaya nasıl çağıracaktı. Savunmanın meşruluk mantığını halka, nasıl gerçekleyecekti?
Halk, yurt ve mülk sevgisini bu ümmetçi sembolizm üzerinde ancak kavrıyordu. Gazide bu inanç mantıklı aracı ve bu aracın yayıcısı icracıları olanlar eliyle iş birliği yapacağı, apaçık değil mi? Bu tür yollar, sizin geçici kiralık konutlarınız gibidir. O günlerde, halkın direnişe, bu semboller üzerinde çağrılmasından doğal, ne olurdu ki? Zaten aksi tavır içinde olmak, akla muhal olurdu.
Böylesi aideti söylemlerle halka seslenmek, halkın deviniş kavramı içinde içkin olan bir potansiyeldir. Ve böylesi seslenmenin de halkı, toptan harekete geçiren anlayışlardan birisi olduğu da, çok açıktır. Böylesi ortam sözleri, halkın kendisince alışılmış inanılmıştır. Halkın belli değerler etrafında, harekete geçer olmasındaki, bu gerçekliği de bu eylemleri belirtmektedir. Bu söylem aynı zamanda da zımnen de olsa halkın bir izansızlığını da ortaya koymaktadır!
Bu tür söylemi yapanlar bunun farkında mı acaba? Aynı zamanda bu demektir ki eğer halk; 'Cami, Allah, Kuran denmese idi, hiç bir zaman kimse davranmayacaktı! Bu insanlar da ne vatan sevgisi vardır ve ne de vatan savunması, fikri yoktur!' Gibiden çıkarımların denir olması da, yukarıdaki sözün açıkça ve gizli söylenmesi kapsamında olan, imalar yapar olma, anlamına da gelmektedir.
İşte bu tutum da, süreci tam anlayamayıp, karşı hareketi, sürece monte eden, genellemeci yanılgı ve diretmelerden bir örnek tutumdur. Bir kere, hiç bir din kalıcı bir uluslaşma süreci yaratamaz. Ancak bu uğurda siz genellik taşıyan bir karar almışsanız, bu aldığınız kararın yayılma ve yaygınlaşmasında kullanılabilir. Bu kararın kabul ettirilmesinde, kararın vektörsel bazda, aidiyetçi eksenleştirmesiyle inançlı kişilerinizi yönlendireceğiniz tutulacak yol araçlarından biri olabilir.
Sürecek
Bu arada Mustafa Hocam, Çanakkale Savaşının dengeleri nasıl ters yüz edip Rusyaya ve dünyaya ve bize olan etkilerinede değinecekmisiniz bilmiyorum. Değindiğiniz taktirde cumhuriyetin kurulmasına zemin hazırlayan asıl sürecin farkında olmayıp bu gün halkın gözünde, bu ülkeyi kuranların sanki hiç bir emeği yokmuş gibi düşünenlerin tarihi ya hiç bilmediğinin yada bilerek çarpıttığının çok güzel bir örneğide sunulmuş olacaktır. Neyse ilgiyle takipteyim.
Sevgi ve saygımla...
Değerli Nedim,
Bir kere, sıkı bir yazı takibinizden ve değerli katkın yorumlarınızdan otürü sizi hasseten ve hayranlıkla kutlarım.
Çalışmam konular üzerinde özelleşen bir çalışma olmadığından genel tarih felsefesinin özel eşen durumlarının, yansıtılmasına gidildi.
Elbette kusurlarımı içeririyor olacaktır. Ama bilinen anlatımlara da çok aykırı bir yazım tekniği geliştirdiğimde söylenebilir.
Oldukça bağıntılı kılımlarlan ve gelişmesci tarih nesnelliğiği bağlamında çalıştım. Söz gelimi Sevgili Gazi'nin hutbe okutmas gibi öznellikleri tarih felsefesinin özeğine oturtan anlamalara bir parğrafta olsa değinildi.
Bu mana da Çanakkale savaşı da belitilip geçildi, değilse özel bir geliştirmenin planlaması yapılmadı.
Hatta bu yazının bile özel bir planlanması yapılmadı.
Dediğiniz anlamda Cumhuriyeti kuranların emeği yok sayanlar, bunu gelişmeci dinamiklik içinde değerlendiremeyip, tutuculaştıranların bu değerli emeğe zararları en az onlar kadar olmaktadır.
nasıl birinci Dünya savaşı ve konjönktürü farklı emperyalist söylemleri içeriyorsa, ikinci Dünya savaşı taktik söylem ve yaşantılaşmasıda öyleydi, 1980ler ve 2000llerin konjonktür söylemleri ...
..araç ve mücadele yöntemleri de çok farklı idi bunları anlamada bunlara göre tepki ve güncel cevaplar üretemedik ya da sisyasetler bize bunları ürettirmedi.
Birilerimiz geçmişin ümmet algısına saplanırken, kimimiz de bu yeni değeri dondurup, 1946'lardan sonra iyice tutuculaştırmanın sisyasi manevralarına maruz kaldık.
sevgi ve sayğılarımla