Kurtuluşun felsefesi 24
24] Toplumsal özgürlük, toplumsal güç, toplumsal düşünce kangren olan bacağın, artık vücutla ilişkisinin kesilmesi gibi düşünebilir. Kişi kararı ve kişi düşüncesi olarak beliren karar, toplumsal düşünmenin toplumsal gücün, toplumsal öndeyinin kişilerde belirmesidir.
Genelin ya da vücudun (toplumun) kurtulması için, özel fedalar yapılmasının esamisi bile olmaz. Bazen bacağın fedasında bacağın adı bile anılmazken, sisteminiz yerleştiğinde de, o bacağın protezine değin özgürleşmeyi başarır olmak toplum olaraktan; yüklenmek zorunda olduğunuz bir yükümlülüktür.
Genelin hayatiyet yararının sağlanışlarında kişisel temelde bakışlarla eseflenerek; " iyi de, kangren bacak kayıp oldu" denilmez! Her gün kaç ameliyatlarla onlarca can, riske girip ne fedalar için ameliyat olmaya yatarlar. Genelin yararı için böylesi kesikli süreklilikler kaçınılmazdır. Böylesi bir ameliyattan sonrada kişiler: "hiç değilse bizden sonrasının torunlarımızın, çocuklarımızın, hayatı kurtuldu" derler.
Şimdiki halimizle kurtulmuş, tek bacaklı vücudun selamet ve esenliği içindeyken 'keşke işgalden ve esaretten kurtulmasaydık', 'şöyle şöyle olurdu' demek, tam bir kara cahilliktir. Hırstır. Aklının önüne geçmiş, bilmezlikçi iğfale değin duygu öfkesidir.
Bunlar televizyonlarda, 'başıma iş gelmeyecekse fikrimi söylerim' diyerekten, güya düşünmeyi kitlelerle tartışan bir caka satar anlayıştır da! O günün şartlarda; 'o bacak kesilmediği zaman' biz bugünlere gelemeyecektik ki, bu gün biz bunları konuşuyor olalım? Üstelik, 'keşke kurtulmasaydık' dediğiniz işgale dek günlerin bu günlerden üstün olan hangi özlenecek tarafı vardır? Bu da anlaşılmış, değildir!
Aksi durumda bizler bu günkü günde, 'keşke kurtulmasa idikçi!' saçmalığı değil de, belki de Filistin'li gibi direnişlerin örgütlenmesi ile cebelleşiyor olacaktık. Kaldı ki "bacağın kesilmesi durumu", bir ölüm kalımın var oluşuydu. Değilse bugünkü keyfilikler içindeyken öfke, hırs ve duygularınızı söylediğiniz zamana dek rahatlığın içinde oluş değildir. Bütün sıkıntıları, yüzlerce yıllık birikintileri kendisinden sonraya bırakılmış bir, dirim sorunuydu Kurtuluş Savaşı.
Ne tuhaf, Kurtuluş Savaşı sonrası kazanımlarınıza şimdiki ufuktan bakarak, güya eleştiri getiren birçok dimağlar vardır. Şimdiki kangren olmadığınız halde, Filistin'de, Afganistan'da, Somali'de, Çeçenistan'da vs. yerlerde boşu boşuna ayağı kestirmeye hevesli olan, ortalık yerde dolanan, pek çok bönler var. Bu gibi hal ve durumlarınız, yeni devir alınan dış konjonktürsel durumla, iç neden kaynaklı yapılardır.
Yani çok çok açken, çöpten ekmek toplayıp yiyen bakış ile tok iken çöpten ekmeğe yiyene bakışla; 'ö,ö,ö,ö çöpten de, ekmek yenir mi?' diyen bakış, hiç uyuşturulur mudur? Bir seyir olarak, bir düzlem ve bir gerektirme olaraktan, bu örnek, yukarıdaki kangren tartışması ile eş anlamlıdır. Oysa şimdiki şartlar değişmiş, köprünün altında çok sular akmıştır. Kişiler, şimdiki doygun haliyle, çöpteki ekmeği elbetteki hijyenik bulmayacaktır!
Açlık şartlarının koşulunu, bugünle; bu gündeki karnı tok oluşla, ancak böylesi absürtlükle yargılar ve hiçbir şekilde anlayamaz oluştur! Bön kişiler bu günkü iğfal edilmiş olan öfkesinden bakarak 'keşke kurtulmasaydık!' demenin gözü dönmüşlüğünü ortaya koyabilmektedir. Oysa kangren olmuş durum, o günkü sorunun ta kendisidir. O düzlem içinde ve o zamanda; esarete razı olmayıp, savaş yapmaktan başka da hiç bir yolunuz yoksa, kangren bacağı feda etmek zorundasınızdır.
Ülkemizde pek çok liberal aydın, karanlıkçı bir bilmemenin ya da bilinçli bir konjonktürsel işbirlikçi oynamanın aktörlüğünü yapmaktadırlar. Olay ve olgulara bakışları çoğu kez ya kof görüşlülükleridir ya da şaşırtma verişleridir.
Tarih bilinci demek, tarihi olayları yer zaman bilincine göre bilmek ten çok genelci anlayışla sentez tutumlaşmalara varabilmektir. 'Keşke kurtulmasaydık' argümanlı karamsar, iğfaller, bu tür kimi yobaz liberallerin marifetidir. Hem de; dillerinden düşürmedikleri hak, hukuk, özgürlük demelerinin şaşırtmaları altında.
Bir olgu ve olayın; kendi koşullarında, kendi sosyo ekonomik, reel konjonktürsel politiği vardır. Olgu ve olayların iç ve dış şartı belirtmelerim bu bağlamda çok önemlidir. Bizim coğrafyamızda 1914 yılına değin gelişen dış konjonktürsel oluşmalar 'Osmanlı gerçeğinin'üzerine kotarılmıştı.'Egemenci Osmanlı oluşması' bitirilmiş toprakları pay edilmiş son Osmanlı bakiyesi iştahın odağındaydı.
Osmanlının içindeki birçok farklı din, dil, ırk ve milletlerden oluşuyor olmasının yıkılmasına ilişkin geliştirilmiş olan plân, program ve stratejilerdir. Gelişmiş emperyalist ülkelerin dünya egemenliğini aralarında yeniden ve yeniden paylaşmasıydı. Osmanlı mirasına emperyalistlerin çöreklenmesiydi. Bunlar böyle görüle ve böyle anlaşılmalıdır.
Bu stratejilerin ana temeli de Osmanlı'nın Balkanlar, Ortadoğu, Kafkaslar gibi enerji alanlarındaki egemenliğinin yıkılmasına ve bunun paylaşılmasına yöneliktir. Hatta Asya koridorlarına sızılmasıdır.
1920 ve 1923 yılarında coğrafyamızın kendi konjonktürsel stratejileri çökertilmiş bir Osmanlı bakiyesinden nüveleşen oluşmanın boğulmasına yönelik girişmelerdir. Elbette buna karşı verilen iç dirençli cevaplar da bir demokratikleşme siyaseti olmayıp, bir oluşmanın güç koyan karşı gücüne güç konuşla gerçeklenmesine denk düşen siyaset ve politikaların yol araçları olacaktır.
Oysa demokrasi, bir düzlemi, düzeyi tutturmuş olan referansın yol enstrümanıdır. Siz olmayan bir düzlem işleyişinin mücadelesi içindesinizdir. Halbuki bir nüve; önce kendini geliştirmeye değin olacak konumlamanın ve özgecil, bencilliğe değin, belirmelerini taşır olacaktır.
Sürecek