Kurtuluşun felsefesi 26

26] Böylesi işgal altındaki bir ülkede, işgale karşı oluşan ulusal direnci kırmak için işgal olunan yerin iç unsurları dini etnik temeller üzerinden direnişe karşı güç olaraktan "kendi kaderini kendi tayin etme" desteğinin etnikçi düzlemlerde, bir Kızılderililere ve bir Aborjinlereneden verilmediği hiç düşünülmez.

Üstelik böyle bir desteğin, işgal olunan ülkenin içindeki etnik unsurları; bir derebeyi düzleminde, bir cemaat zamanına dek düzlem içinde tutan, gerici olan tutumlarıyla başbaşa kalmalarıyla denk ve eşdeğer olduğunu çok çok iyi biliyorlardı. Oysa, toplumsal ittifakı yapılar böylesi ayrışmaların üstesinden gelirdi. Bunu yapmak için toplum, üretim ve üretimin paylaşılmasına bağlı, tutulan hal ve yolun gidişleriyle (demokrasi ve özgürlükleri) etnikçi tutkuyu bastırıcı genler gibi etkinsiz kılardı.

Ne zaman böylesi toplumsal işlevler tavsar olur, o zaman toplumsal olanların bastırıcı gen işlevli olma özelliği de yiterdi. Toplum çatışma ve etnikçi konuşmaların ayrışmasına giden bilmezliklere sapardı.

Aksine emperyalistler, bir ülkedeki toplum öncesi bu tür oluşmaların aşamasını taşıyan görüntüleri kullanırlar. Emperyalistler bu etnik cemaat yapıyı kaderlerini tayin etme bahane yaklaşımı ile ittifaka sokarak istilacı olmuşlardı. Böylesi insancıl(!) müdahaleler gelişmemiş ülkelere her yerde yapılan bir emperyalist tasalluttur.

Emperyalistler karşı iç isyanları kendi çıkarlarına yarayacak şekilde emperyal ana nedenini kamufle edecektiler. Böylece isyanları halkın olumlayacağı şekle çekerek, dikkati men eden, toplumun ekseninde değil de, halkın (din-etnik) kutsallıkları odağında eksenleşecektiler!

Bu türden asıl meşruti nedenlerin çekimi ile, kimi isyana katılan ortalama değerci yüklemli birçok kişilerin de aldatılmasında, kişilerin isyana katılmasında ilke olmuştur. Ama, asal eksenini bulamamış cahilce bir sahip çıkıştı bu. Emperyalistçi çıkarlara dek, kamuflajın nedeni ile çıkartılan isyanlar, çoğu karşı isyancıların hiç de farkında olmadıkları ve asla olamayacakları, bir dış tahrikli durumdu bunlar.

Karşı isyana katılan isyancılara göre; işgali onamamak asıl nedendi. Ancak emperyalist etkiler ile asıl neden, vesile nedene konumuna çoktan dönüştürülmüştü. Eğer karşı iç isyanlar amacına ulaşsa idi, bu isyancılar hiç de "kendi kaderlerini, kendileri tayin ediyor" olamayacaktılar. Aksine saltanat ve hilafet himayeli işgal sürüyor olabilecekti.

1930'dan günümüze değin de dış konjonktürsel stratejiler değişmiştir. Stratejiler genç Türkiye Cumhuriyeti varlığı üzerinden ve onun iradesi dışındaki nedenlerden, servis edilmektedir. Artık Cumhuriyetimiz, alayı vala ile dış güç emperyalistlerce de olumlanmıştı. Çünkü yeni konjonktürsel gerçeklik, emperyalistlere, yeni bir projeyi ortaya koymalarını dayatmıştı.

Bu proje içinde yeni Türk devleti de, hesap hamleleri içinde olmalıydı. Tek bir mesele kalmıştı. Halkı, kara cahil aydılar tarafından, iç meselelerle birbirine düşürtüp kutuplaştırmaktı. Kimi aydınlarla, gerektiğinde toplumsal evrimini olgunlaştıramamış bu kutupları, gerektiğinde gerilim alanlarına dönüştüren devinimlerle, kaoslara sürmekti!

Ancak burada emperyalistler için görülmesi gereken proje şudur; genç oluşmanın ve Cumhuriyetin gelecekte ve ahvalde emperyalizmin çıkarlarına cevaz verir olup olmamasıdır. Bu nedenle bir biçimde emperyalistler kendi konjonktürsel eylem bölgelerinde, her tür yönetimsel ve siyasal; reel ekonomik ve güncel politikalarına yön verir olabilmeleridir. Bunu sağlayacak olan enstrümanlar bir ülkede nasıl harekete geçirilirdi?

Bunlar, görülmesi ve karşı cevabı oluşturulması gereken, oyunun kurallarıdır. Atatürk'ten sonra kısır politikaların bunu görememesi, ya da görse bile, bu dış direnç karşısında ikbal ve hırsları uğruna, acizlikle, gafletle olan davranmalarını; tarihi bir olgu gibi algılarla geliştirmektedirler. Bu sadece bizde değil, emperyalizmin bütün egemenlik alanlarında bu böyledir. Dış etkiler, ülkelerin yönetiminde, oldukça fazla ve baskın olabilmektedirler.

Bu yüzdendir ki 1950'lerde daha mı özgürdük, çoğulcu demokrasiye mi geçtik? Türban bir kişi hakkı ve kişi özgürlüğü mü? Türban okullarda olması gereken bir hak mı? Türkiye'de darbeler bir kurucu kadro ihsaslaşması mıdır? Resmi ideoloji midir? Gibiden abuk sabuk sonu gelmez tartışmalarla ve dışarıdan ithal kadrolarla, oluşmaların; akıl dışı kılıflarını hazırlarlar. Bu tartışmalarla kişisel özel yaşama değin öznellikler, topluma değin olan, nesnelliğin yerine konmuş bir karıştırmadır.

Dış konjonktürsel tesirlerin yararcı olmayan propagandacı etkileriyle, ülke yararına olmayan; siyasi ekonomik hukuki vs. açılımından uzak düşünüşlerle, ya da bunlara dek olgulamaların şaşırtmalarıyla, aydın işbirlikleri; karanlıkçı aydınlarca ele alınır ve değerlendirilir olmaları, mevcut ülke ufkunu bir iyiden karartmaktadır.

Bugün sınırları cetvelle çizilmiş. Masa başında ve emperyalistlerin isteğine göre çizilmiş olanlara: devlet ve siyasi coğrafya olmanın, gelenek ve bilincinden ve deneyiminden yoksun ülkelerine, 'kendi kaderini kendilerinin tayin etmeleri hakkı' verilmektedir!

Alt yapısız olaraktan, üst bilinçsiz olaraktan; insan hakları bağlamında, kendi kaderini kendilerinin tayin etmeleri usulü dâhiliyesinde, o yapıyı göbekten bağımlı kılan destekler verilmektedir!

Gerçekçi olmayan bu insani görünümlü mantalitenin ülkelere bir bahane konu olarak müdahale ettiriciliği ile en gerici yönetimlerle, en ilerici yönetimler bir arada ve kol koladır. Bu hal ile, emperyalizme destek verildiği sürece, bunlar ayakta durmaktadırlar. Yapısını oluşturamayanın demokrasisi de olmuyordu. Olursa da ısmarlamadır.
Sürecek

18 Şubat 2011 4-5 dakika 1084 denemesi var.
Yorumlar