Kurtuluşun felsefesi 31
31] Bir kere Atıf Hoca, bir toplum adamı değil, tam bir halk adamıdır. Çağdaş güncel değerlerden azade olup, görüşleri tamamen dinsel referanslar üzerine oturmuş, öznelci soyut, toplumsal günce dışı öznel zeka pırıltısıdır. Zamanında sanayi toplumunun çelişkileri tartışılıyor, rejimler tartışılıyor, 1916 yılınından itibaren görecelik yasasının, toplumsal temele referans edilmesi konuşuluyordu. Ama muhterem bunlardan habersizdi.
Güncelde, eski meşveret usülleri yerine; ikili meclisler, bakanlar kurulu,toplu pazarlıklar, sivil örgütler çeşitli mahkemeler, işçi işveren sözleşmeleri vs. vızır vızır çalışıyordu ama muhteremin bunlardan haberi yoktu. Savlarını eski gelenekçi meşveret zeminine oturtuyordu. Ama bu da güncelin cevabı olamıyordu.
Yine de ne gamdı! Eski ittifakı yapı oluşmasına dek karşı toplumdan olana benzememe kurumlaşması kimlikleşme usüllerine dek olanlarla; yine eski meşveret usülleri gibi etnikçi halkçı öznel değerleri, toplumsal referanslara zemin hazırlama mantalitesi ile, topluma değin olan zorunlulukların, zaaf bilmezlikleri içindedir Atıf Hoca.
Sosyal yapı itifakı içinde olan etnik yapılar, bir takım hak ve yükümlülüklerini boyunlarında taşıdıkları amuletlerle (muska, totem ikonuyla) tanıyıp, biliyorlardı. Amulet olan muskaları taşımalarıyla ne tür bir kimlik kazanıp kazanmadıklarını ve bu kimlik muktedirliği ile yapabilirlikler, yapamazlıklara dek tabu(yasa)iş eşmesi kazanıyordu. Kimin kiminle evlenmesi ya da kiminle evlenmemesi gibi hakların sahibi oluyorlardı.
Çünkü ortada henüz özel adlar bile yoktu. Amulet sizin kılan adınızdı. Sosyal birlik aidiyeti olan totem isim kimliği yürürde idi. Bu sizin karşı tarafa benzememenize değin anlayışınızın da, inançlaşmanızın toplumsal kurumlaşmanızın da temelidir.
O şartlarda totem kimliğiniz, karşı totem kimlik tarafla evlenme hakınızı meşruluyordu. Aynı muskayı (amuleti) taşıyanlarla aynı totem kimliklilerle, kendi klan kardeşlerinizle, evlenilmemesi yasağı, bu kimiklerle belgelenen tutum ve davraşınız idi.
İşte çalışan bir zekaya sahip Atıf Hoca bu çok uzun tarihi seyrin bilmezliğinin ve halkçı geleneklerin referansı ile topluma bakıyordu. Sırf eskinin karşı tarafa benzememe, kimlikleşme halkçı tabusu ile şapka giymemeyi öneriyordu. Oysa toplumsal kimlik, nüfus cüzdanları ile sağlanıyordu. Toplumsal bilinçlen, toplumsal meşveret ortaya çıkmıştı.
Toplumsal vatandaşlıklar bunlardan apayrı bir bilinç ve yatkınlaşma refransı idi. Atıf hocanın toplum bilinci yoktu. Fakat yüksek bir halkçı bilinci vardı. Sosyal kültürü hıfzetmede, yorumlamada çok mahirdi. Toplumsal bilinci ve tarihi akışı kavramada oldukça ıskalamış, geleceğe dek ufku olmayan, konjonktürü kavramamış, katı bir şeriattçı idi.
Bir halkçı kültür adamı olaraktan da Atıf Hoca kurtuluş savaşı bilinci oluşurken ve mücadele şartları boyunca sarayın anlayışı doğrultusunda sarayın yanında ve hizmetinde çalışmıştır. Yada saray anlayışını içine sindirmiştir. Halkçı kültüründen ötürü, bu kültürün zorunlu sonucu olaraktan, yanında ekmeğini yediği sofranın kılıncını taşımakla, geleceğin oluşmasını; toplumsal tarihin gelişmesini göremeyip, tarihi akışla zaruri olacaktan ters düşmüştür.
Atıf hoca, ne kadar öznel bilinçli ve halkçı bilinçli ve akil bir kişi olursa olsundu; sarayın, şeyhülislamın aldığı ihanetçi o meşhur ve meşum fetvaya dek; 'Anadolu hareketi katli vacip bir dinsiz imansız asi isyan ayaklanmasıdır' kararlarının yanında idi. Diyelim ki sessiz de kalmış olsun! Bu hal böyledir. Atıf Hoca, hiçbir zaman, zamanın ileri akan yönünden yana olmamıştır. Anadolu hareketi ile hiçbir irtibat kurmamıştır.
Hatta kendinin de dahli ile kurulan, teali islam derneği de bu fetvayı onamıştır. Atıf Hoca diyelimki buna taraftar olmasa bile, karşı hareketin yanında veiçindedir. Yine diyelim ki 15 mayıs 1919 İzmir işgalini yine diyelim ki bu teali islam derneği protesto etse bile, bu protestonun sürecine dek gidecek olan yol Anadolu hareketine çıkması gerekirdi! Ama bunların hiç biri olmadığı için bu cemiyetin toplumsal ufku yoktu. Ve içinde yaşadığı şartların geliştiği yönü ve zamanın ruhunu hiç okuyamamış bir kişilikti.
Çok iyi bir dinsel referansı vardı. Bu referans da toplumu anlamaya, toplum sal referansa dek, gerekli olmayan bir yetenekti. Belki halkı, Anadolu hareketine destek kılmakta teşvikkar olacakken tamamen İstenbul'da, saltanatla haşir neşir ve istişare içinde olan bir halk örgütlemesine, hizmet etmiştir. Eserlerindeki tartışmalar güncel, konjoktürsel olmayan, geleneksel inanç aktarımına dek tartışmalar olmaktan ve bunları güncele ve topluma referans etmenin yanılgılarını taşımaktan öte, hiç güncel ve bilimsel de değildi. Bilimsel olandan, ilimden anladığı da; bilim olmayıp din ve dini olan referanslardı!
işte kimi eserleri ve eserleri ile tartışılan kişinin şiarı, bilimsel referanslar, doğal pozitif bilimler olmayıp, dine ve sünnete değin eski, aşılmış; geride kalmış, güncel toplumsal ilişkiler içinde esamisi okunmayan referanslardı. Tesettür-ü Şer'i (islami Örtünme), Din-i İslam'da Men-i Müskirat (islamda içki yasağı). Meşhur İslam seyyahı ve alimi Abdürreşit İbrahim hakkındaki 'Bir Müçtehid Taslağının Dalalet Ve İdlali (sapkınlığı ve azgınlığı' adlı yazısında olduğu gibi' Üçüncü eseri de; 'Frenk Mukallitliği (batı taklitçiliği) ve Şapkadır.
Dikkat edilirse, üç eser de 'hayatta en hakiki mürşit ilimdir'e ve süreç olan Anadolu hareketine değin kurtuluşun, felsefesine ve çağdaş toplumsal yapıya aykırı, dini referansları içeren taşımalardır. Elbet karşı tepkisi de bu konudaki karşı kitap argümanlar olmalıdır. İstiklal mahkemeleri olay ve yargıları benim anlamam dışında ayrıntılardır. Kadronun nasıl Mustafa Kemal'e denk düşmeyen karşı oluşu varsa. Yine kadronun kraldan çok kralcı olanın, ters düşen hareketleri de olacağı mantıken çok açıktır.
Diğer eserleride toplumsal gücü, toplumsal yapıyı anlar ortaya koyar, konjonktürsel ve kadro hareketi ortaya çıkarır olmayan geleneksel boş bir kültür tartışmasıdır. Bir tek güncel bilimi ve bilim felsefesini referans almış değildir. İşte diğer eserleri de şunlardır. Geleneğe, inanca, halka seslenen soyut öznelliklerdir. Bunlar; Mirat-ül İslam, İslam Yolu, İslam Çığırı, Nazarı Şeriatta Kuvvei Berriye ve Bahriyye, Muayenet üt Talebe, Medeniyyeti Şeriyyedirler.
İşgali olumsuz bulduğunu dahi, hiç sezdirmeyen bir yurtseverlik! Sıkıntısını bir feveranla dahi belli etmemiş olan Vahdettin; bu protestocu ve hatta başını ağrıtan, uykularını kaçıran, direnişçi, askeri kurmay heyete dek: 'Haydi aslanlarım, Anadolu'ya çıkın, vatanı kurtarın!' diyecek. Bravo doğrusu! Böylesine bir buluşçu keskin sirke, ancak küpüne zarardır.
Sürecek