Kurtuluşun felsefesi 35

35] Hele gençleri asmak için, asılma yaşını, yasaya uydurmak için, bu çağda, düzmece kemik yaşıyla büyüterek, hukuki kararlarla suçluyu asmak, aklın almayacağı, toplumsal temeli sarsacak girişimler iken, suskun kalan mangalda kül bırakmaz aydınlar ve siyasi hükümetdirler bunlar. Bir yasa çıkarışla bunların hukusuzluğunu devlet olarak onanmazlığını ilan edemezler.

Bilmezler ki insanlar insan kurban etme yamyamlığını binlerce sene önce, eşdeğer kıldığı bitki ve hayvanları kendi ile eşitleyerek kurban edip, onları saygılaşan, totem kılan, uygarlaşmayı çağlar önce başardığı halde, hala; kan akıtmadan asmak; kesmek; öldürmek fiillerine kılı kıpırdamayan öke kahramanlardır, bu aslancıklar!

Bu hukuksuzluğa, böylesi iletişim çağında, bu örgütlülükle, engel olamayan, sözde aydınlar; kılını dahi oynatmayıp kılını kıpırdatmayan, böyle bir tutumun tavır alınışının beklendiği anlarda, toz olan zıpır, güya haktan yana savunucular! Müflis tüccarın eski defteri karıştırması gibi, edimlere başvuruyorlardı. Şu da gerçek ki, hiçbir şey eleştiri ve inceleme alanı dışında tutulmamalıdır.

Ama bunları yapar iken de, halka karşı makul mantıklı gösterilecek tutumlarının olacağı yerde, akıl karıştıran, maksatlı bir akıl argümanların olumsuzlukla propagandif olacağı da, göz önünde bulundurulmalıdır.

Oysa güncelin ve dünün kıyaslanmasında kriterler çok farklıdır. Kıytırık tartışmaların görmezden geldiği de budur. Hâlbuki birinde, yani İstiklal Savaşında, genelin var oluşu ve genelin yararı söz konusudur. Genç Cumhuriyetle oluşan yeni kurucu meclisin,i müesses nizamla daha yeni yeni belirir ve otoriter oluşu, söz konusudur. Oysa güncelimizde ise kurulu bir düzen vardır. Bugünkü anlayışsal kurallarla, geçmişin kurallı uygulamalarına dek olanlarıyla demokrasi adına, dama taşı gibisinden oynanmaktadır.

Bugün sizlerin geleceğe sorunlar aktardığınız gibi, geçmişin; cumhuriyetin, 1915'in, 1876'nın, 1839'un vs. günümüze aktardığı problemleri vardı. Yaşayan dokunun hataları, fevrilikleri, öznellikleri, muktedir olamayışları ve akıl edemeyişleri, hepten olanaklar dahilinde kimi görülmesi gerekenlerdendi.

Halbuki günceldeki siyasetler yasama ile yaptığı talan ve zorbalıklarını, yine yasama ile şeklen tartışıyorlar. Kendilerinin ayak oyunlarını, kendilerinin kanunsuzluklarını, yine kendilerinin hukuksuzluklarını günü birlik yasalarla olumlamaktadırlar. Bu pek demokrasi oluyor! Bu yüzden bunları unutturmak için de geçmişe saldırıp, 'vurun abalıya' yapmayla, kendilerini haklılamaktalar.

Kurtuluş Savaşı günlerinde, yasaların yapılışıyla uygulamaları, bugün bir hukuksuzluk gibi görüle bilmektedir. Aslında o günlerin uygulamaları böyle bir içermeyi gerekli kılıyorsa, karar o günün hassasiyetlerine uygun ve genelin yararına göre oluşuyla da bu böyle gerçekleşmiştir. Açlığı sırtına çıkmış birini, adabı muaşeret kurallarına uymadan yemek yedi, beni tiksindirdi demek gibi afakî bir eleştiridir bu.

Bugünkü anlamda dün, elbette demokratik olmayandı. Ama ne bugünkü demokrasi anlayışı dünü anlayıp yargılayabilirdi. Ne de bugün, dünkü gerçekleşmeler olmadan var bulunabilirdi. Dün elbette şiddet olandı. Ama savaş ve olağan üstü hal durumunun ay yuka olup, bir ölüm kalım vaziyetinin kendisini konumlamasıydı bu. Böylesi durumlarda bütünün yararı için bazı unsurların zorunlu fedası kısıtlanması gereklidir.

Tıpkı kanserli bölgenin kesilip atılması gibidir. Sistemin demokratikliği tartışılıp, olup bitenlerin nesnel ve düşünsel yoksunluğun olup biteni sindirip kaldıramadığı ziyandan, demokrasi sorgulanmamalı bile. Eğer siz o günün koşullarında demokrasi gereği kanseri var kılarak vücudunuzu hasarsız ve zararsız ziyansız koruyabiliyorsanız; o zaman demokratik olunmayışınız vurgulanmalıdır.

O günleri siz demokrasi için mücadele etmiyordunuz. Var oluşca ve yeni bir toplumsal düzen kurmak için mücadele ediyordunuz. Düzen kurulduktan sonraki adımlar içinde de ilişkilerinizi demokratik anlamaların yasal işleyişine terk ediyordunuz. Sonra olanı önceye, önce olanı sonraya eklemek atları arabanın arkasına koşumlamak gibi birşeydir.

Oysa bugün bile bize demokratik gelen ve bu günkü hukuka uygun olan ne uygulamalarımız ve ne kararlarımız yarın çağdışı ve hukuk dışı görüleceği de unutulmamalıdır. Ve bu yüzden 90 sene önceki kendi güncel ilişkileri içinde olağan olan durumlar, elbet 90 sene sonra demokrasi dışı gelmektedir. Gelmelidir de. Zaten gelişme olan da bu değil mi? Değilse geçmişi, günah keçesi yapmak değildir.

Bu yüzden her şey kendi zemininde, kendi anlayış meşruiyetleşmesi içinde tartışılmalıdır. Bu günün bakışı ile 20. yüzyılın başlangıcındaki koşullar içindeki anlayışların demokratiklik değerlendirilmesini yapmak, çağ dışılıktır.

Üstelik o günün şartlarında sizin ölüm kalımınızı direştiren, normal davranmanızı engellemek için olumsuz bir güç uygulanmaktadır. Böyle bir olumsuz güç uygulayan tutumlara, olumlu olan demokratik karşılığı ne ki? Demokrasi, o günden filizlendirilen ve bu günde koşulları içinde devinmeli geliştirilerekten sürdürülür olan, yeni fidanın üzerinde, titizlikle inşa edilmelidirler.

Hatta yeni fidanın üzerinde, zaman ve zeminin elvermediğinden açamamış, ama bugün tüm hoyratlıklara rağmen, kendi oluşumu ile çıkan, ancak günümüzde yapısını boğan; diğer ayrık otlarına, yabanıllara, dikkat etme nezaketinde bulundunuz diyerek geçmişi suçlamanın aymazlığı olabilir mi? Bizler kesilen kanserli hücrenin dağılım yaptığını bu gün biliyoruz. O günlerde kanserin kendisi bile tam olarak bilinmiyordu ki tedavisinin yanlışlığından bahis edişsindi.

Ülke yangın yerine dönmüş. 'Türk'ün ateşten imtihanı', söz konusu iken; karşı düşmanlıklarla karşılaşmaya muhatap oluyorsunuz. Hem de en acımasız alçaklıklarla. Buna rağmen siz bir disiplini daha oturtamamışken, otoriteniz henüz herkesçe bilinir ve sağlanır değil iken: meşruiyet tesis edecek olan otoritenizi engelleyene; siz; 'yahu arkadaş, ben çok demokratım. Lütfen beni bırak da, şu kafamdaki zamanı gelmişte geçmekte olan Cumhuriyeti, izin verin de kurayım mı diyecektiniz?

Sürecek

27 Şubat 2011 5-6 dakika 1084 denemesi var.
Yorumlar