Kurtuluşun Felsefesi 5

5] Burada birazcık bir analiz yapmakta, hayli yarar vardır. Kurtuluşçu ve mobilize oluşumlar, ülkenin kendi toplumsal ve sosyolojik şartlarından temellidirler. Bu hareketler, yöresel oluşçu sınırlarıyla hedefleri belli, iyi bir modele uygun üretim yapan, kendi içinde koordineli unsurlardır.

Ancak yurdun kurtulması kaygısı dışında, işin pek farkında değildiler. Üstelik yurt sorumluluğunu üslenir denli kapasitif taşıyıcılıkta ve örgütlenme içinde hiç değillerdi. Böylesi grupçu reis kişiler de ikinci, üçüncü adam olmanın rol psikolojisi içinde idi. Bu hep böyledir.

Parçalar büyümez. Parçalar parçalanıp birlikler yapamadıkça bütymezdi. Bu emektarlar da böylesi kısır döngü içindeydi. Sürecin her adım ve aşamasında, oluşan kurucu irade, nüvesini göremiyorlardı. Aslında oluşumdaki kimi fevrilikler de, saltanatçı ve mandacıydılar. Konjonktürsel olamayan mantığın işletilmesine değin, kendi kusurlarını taşıyorlardı.

Bağımsızlığın felsefesine değin yalın bir iradesel olayı, davasa bir sorun imiş gibi anlayıp, olayı genel felsefeye uygun olmayan farklı bir düzey ve düzlem de ele alıyorlardı. Bu nedenle de, bu emektar değerlerin kendileri , sorunsal bir durum olabiliyorlardı. Çerkez Ethem gibi.

Yeni modelin (Türkiye Cumhuriyeti) uygulamasına karşı çıkıyordu kimi bu değerlerimiz. Kendi özel çaplarının ve yeteneklerinin dışındaki, genellemeci olan karizma ve lider olma özelliklerine, vakıf olamıyorlardı. Eline verilen modele uygun, çok başarılı ve pratik becerilerini ortaya, tam bir başarı ile korlarken; sürecin gelişen boyutunu kavramakta hala yetersiz ve atıl ve hatta hareket içinde tıkaç kalıyordular. Genelin içinde İyi bir görevsel, iyi bir parçaya değin ödevci olunabilirdi, ama iyi bir sistem ilişkileyici olmak, apayrı bir kavrayış ve izandı.

Savaş başarılmıştı. Halk ve bu değerli emektarlar; hala hilafetin ve saltanatın başa gelmesini canla başla bekleşiyorlardı! Taassubun, yüz yıllardır tüm zararları görülmüştü. Toplum denen olgu; halktan ayrı ve sosyal olan; sosyolojik var oluştan, apayrı bir işleyişti.

Bunun böyle olduğu, daha 1600'lerin sonunda insanların gözünün içine sokulmuştu. Günümüzde bile, sözde eleştirmen, kimi bağnaz karanlıkçı aydınlar; toplumsal olmayanı, toplumsal dinamikler diyerekten, koy sepete mantığı ile halksal ideolojileri getirip; 'toplumsal dinamiklerin' içinde sayma kanaatlerini, feraset ve bilgili olma başarılarını, rahatça ortaya koyuyorlardı(!)

Dünya aktörleri, konjonktürsel olan bu toplum ve halk alan ikilisine değin yeni oluşan bilincin ve yeni mantıksal kategorik düşünme kalıplarının seyirsel işleyiş konumlanmasını, pratiğe döküyorlardı. Yeni yapılanışın, kendi yapısal denge gelgit uyumlaşmaları ve gelişmenin kendine özgü sorunsallarının içindeydiler. Osmanlı, bu sorunsalları hiç anlayamadığından: bunları, keferelerin doğru yoldan sapınçlarının bir nişanı sayıyorlardı!

Osmanlının bu mantığı! Kendilerinin içinde bulundukları kültüre ve ideolojiye çok uygundu. Osmanlı bu tanı sal ve bu kanı sal ürperişlerle mevcut durumlarına daha bir sıkı sahiplenişle sarılmalarının; güya özgüvenini tazeliyorlardı! Nesnel olanın sorunsalları, nesnel olmayanın düzleminde bakılarak, teşhis ediliyordu!

Osmanlılar, bu kabil sarılmalarıyla, her biri her bir yerde kopan, sarılma ipinin yorumlanmasından da, çok bir mahirdiler! Bu özgüvenci sarılma iplerinin kopma nedenini de, günahlarının kefaretine ufacık bir bedel sayıyorlardı! Maazallah taş da olabilirlerdi! Ağızları bir yana, gözleri bir yana çarpılabilirlerdi de! Eğer çarpılma olmuyorsa; taş olunmuyorsa; hala içlerindeki evliya ve enbiyaların yüzü suyu, göz bakışı hürmetine; oluşlarıylaydı!

İşte emektar değerler bu tür mantık koyuş ve işletişlerinin, kendi haklı kısır mantığı içinde davranıp; fevrileşiyorlardı. Genelci olandan özelci olanın kısırlığı içine düşüyorlardı. Bunların ardılları, güncel aydın ve halktan zümreler de, benzer mantıklarla, yukarıdaki güya eleştirel mantığı ortaya koyabiliyorlardı. Değerli, şahıs kıymetler, hala eski alışkanlıkların devamını istiyorlardı. Hal bu ki köprünün altında; yeni konjonktürsel oluşumun, yeli ve akışları vardı. Buna karşı durmak, olası mıydı?

İşte kişilerin kıymetli ve kıymetsizi oluşları; bu köprü altında akan, çağcıl akışın çözümcü olan seçiciliği belirleyecekti. Buna karşı oluş, mümkün olmayacaktı. Siz istediğiniz kadar o kişileri haklı lamanın içinde olun. Ya da istediğiniz kadar onları batırmanın gayreti içinde olun. Kişiler, esmesine sebep oldukları fırtına içinde, zamanla sürüklenir olmaktan kurtulamayacaktır.

Bu sürüklenişin nedeni de, yeni durum karşısında, yeni parametreler yerine; sizin durumunuz geçmişe değin eski, köhne, geçersiz, anlayış ve mantıklarının yeni baştan konuluşlarıyla kendinizi izafeler olacağınızın bağıntısı içindedir. Çağdaşlık için yeter ki, sizler; o anki düzlemsel ve zamansal ve izafi esişlere karşı oluşlarınız içinde, boğulmayınız. Esmekte olan sizin de, olası katkın basınçlarınızdan, kaynaklanabiliyor olsun.

Saltanatçı ve hilafetçi (biçimsel olan) yasal yönetimin, direnççe yeterli ve güncel olmaması, hak ve hukuka dek alt yapı unsurlarıyla oluşmaması, çağdaş beşeri hukuku oluşturamıyordu. Bu nedenle şerri hüküm icrasını ister, oluyorlardı. Şerri hukuk, toplumsal nesnel ilişkilenişçi değildi. Pek çokta öznel değerlemeleri yansıtıyordu. Hilafet ve halifelik gibi güncel olmayan yönetimler, konjonktür de, ömrünü bitirmişti. Kalkınmış çağdaş ülkeler gibi yönetilmek, kendine özgü nesnel ilişkin dikli hukuk devleti olmak, aktüalitenin dayattığı bir akış zorunluluğu idi.

Ama Gazi'nin sofrasını paylaştığı kişiler, Gazi'nin farklı girişimlerine karşı oluyordular. Söz gelimi Dünya işleriniz, aklın denetimini (laikliği) öngörüyordu. Bu değerlerin havsalası, bu türden oluşan aktüel mantık koyuşları, bir türlü sindiremiyordular. Hilafet sizin az enerji sarfıyla ve kolaylıkla kararlılık düzlemine geçip, sorululuğu bir başkasına atıp, pasifçe uyduğunuz bir oluştu sonuçta.

Sürecek

28 Ocak 2011 5-6 dakika 1084 denemesi var.
Yorumlar