Kurtuluşun Felsefesi 50
50] [Abdülaziz Mecdi '...padişahım gönlünüzü ferah tutunuz. Millet sonuna kadar mücadele edecektir' der.
[Vehbi Hoca: 'Millet son damla kanına kadar, vatanını savunacaktır.(...) padişahım buna güven buyurunuz'] der.
[Rauf Bey devamla; 'Hoca Efendiler zat-ı şahanelerine hakikati söylüyorlar padişahım. Millet sınırları içinde bağımsızlığını ve makamınızı kurtarmaya kararlıdırlar. Millet sizden bu harekete taraf olup imza koymanızı istirham (yalvarıyorlar) ediyorlar. Aksi halde son, çok tehlikeli görünüyor. Siz kuşatılmış vaziyettesiniz. Bunun için imza yetkinizde yoktur'] der.
Padişahın acizli telkinini, ihanetini bile anlamayıp, körü körüne mazeret bulan bir mantıktır bu!
[Sinirlenen padişah kızgınlıkla ayağa kalkar ve bağırır'. (Bu millet ne ola ki) millet koyun sürüsü, (onlara ) bir çoban lazım. O da benim'] der. Yani [onalar nasıl karar alır. Onlarda kim? Kim oluyor da, kimi kurtarıyor! Burada benim sözüm geçer], demiş olur ve konuşmayı bitirir.
Vehbi Hoca Daha sonra 1 Kasım 1922 de şerri ye vekilidir. (Din işleri bakanı) olarak, şu fetvayı verecektir:['...ecnebi himayesine sığınarak makamını terk edip ve hilafetten bilfiil vazgeçmekle, makamından şeran indirilmiş olur mu? Diyen kendi sorusuna El cevap: 'olur' diyecektir. (Yaşar Nuri Öztürk-Allah ile aldatma; sayfa 40,41, 42) köşeli parantez içleri değerli aydın Profesör Doktor Yaşar Nuri Öztürk'ten alıntıdır]
Daha Mustafa Kemal Hazretleri Samsun'a çıkmadığı sıralarda 1919 yılı başlarında, bir İttihat ve terakki gizli örgütlemesi olan Teşkilatı Mahsusa, yurdun muhtelif yerlerinin düşman işgaline karşı oluşan, halk direniş örgütlerince, kurulmuştu. Bu Kuvvayı Milliye denen unsurlar, düzensiz birliklerdi o şartların gereği ve heyecanı olarak tutumlaşmıştılar.
O; sözüm ona, Atatürk'e Anadolu direnişini başlatmasını, şifahen de olsa söylediği dedi kodu edilen, Padişah Vahdettin; halbuki İzmir'in işgalini, işgalden önce, biliyor olmasına rağmen, oradaki Osmanlı kuvvetlerine; sesiz ve tepkisiz kalmalarını emreyliyordu! Hatta bu kuvvetler uysal uysal da, teslim olmuştular! Padişah Hiç değilse bu kuvvetlere, daha Anadolu içine çekilin demiş olsaydı; padişahın bu tutumu güya, Gazi Hazretlerine tavsiye ettiği söylenen: 'Paşa paşa, bu vatanı kurtaracak birisi varsa, oda sensin '' (!) demesine pek çok uygun düşerdi değil mi?
Padişah adına, daha yararlı ve akılcı bir plânlama olurdu. İşgale karşı, Mustafa Kemal'i Anadolu içine göndermeyi düşünecek kadar sorumluluk duyan birinin; kafasında bir savunma stratejisi bulunan birinin, işgale karşı elinde gelebilir bir uyarı tedbirini dahi iletmemiş olması, yapabileceği bir şey midir bu! Afedilir mi? Tüm bunlar Vahdettin'i havari (kurtarıcı) sayan söylemler, beyhudedir ve karşı devrim güçlerinin ya bilmediği! Yada bilmezden geldiği veya halk bilmezliğinin, sınanıp, okşanıp, yarar ve istismar edilmesi eyyamcılığıdır.
1919 yılı sonu seçilen son Osmanlı Meclisi Mebbusanı daha üç ay gibi kısa sürede fesh edilecekti. Misakı Milli gibi bir andı, bu meclis kararlılıkla ve ulvi tavırla kabul edecekti. Mustafa Kemal'in arkadaşlarından Rauf Orbay, bu meclisin reisi idi. İşte bu olayın akabinde şeyhülislam Dürrizade Abdullah Anadolu Hareketini 'kâfir hareketi' ilan edecekti. İşte Gazi'nin 'deccallığı! buradan, bu yurt savunmasına duyulan öfkeyle, şenaatle; karşı devrim güçlerinin tepkisi içindeyken, vatan hainlerinin bir şerri olsa gerektir.
Aslında İzmir'in işgali Anadolu'da derin bir infial yaratmıştı. Belli; ortalama değerde buluşan halk bu işgal neticesinde, oluşumunu hızlandırmıştı. Bunun gibi Meclisin kapatılması da Anadolu'da yeni Meclisin açılmasını tetikleyen ve Gazi'nin projelerini olgunlaştıran, ama Gazi'nin iradesi dışında gelişen, bir bakıma ve (esefle derim ki) hayırlı olaylardı.
İzmir'in işgali Anadolu hareketinin kıvılcımı, Meclisi mebbusanın kapatılması Anadolu örgütlenmesinin kıvılcımı olmuştu. İşte gazi konjonktür durumlarına ani ve gerekli altarnatifi cevap olaraktan sunabiliyordu. Her ne kadar, bu hareketleri bazı etkin çoğunluğun söylemi ile 'padişah efendilerinin' kurtuluşu için bir manevra harekâtı olduğunu sansalar dahi, tarih; bir daha geri dönülemezcesine ileri doğru akıyordu. Ve genç cumhuriyetin kader ağlarını örüyordu.
Tüm bunlar oluşurken, tam da 'Ankara meclisi' açılacak iken; ayartılan gerici saltanatçı güçler Bolu, Düzce, Hendek isyanlarını başlatmış, bu isyanlar Ankara çevresini, Nallıhan ve Beypazarı'nı sarmıştı. Gerek bu isyanların patlatılması, gerek konan ağır vergilerin tahsil edilmesindeki sıkıntılara, gerekse asker alımına karşı olanlara ve kaçaklara karşı, bir celsede, hızlı kararlar alan İstiklal Mahkemeleri kurulması fikri şiddetle kendisini duyurtmuştu. Hızlı adımlarla ve hızlı hareketlerle, geleceği şekilleyecek teorilerile, yolun kendi gidişine uyumlaşılınacaktı.
Anadolu'nun merkezinde bu yapılaşma olurken, düzensiz birlikler (Kuvvayı Milliye) dağıtılıp, bunların isyanları göğüslenirken; Doğu ve Güney doğu Anadolu'da da, düzensiz birliklerin yapılaşan, halk direnişleri birçok işgalin sonlanmasını sağladı. Müthiş bir savunu ile yerel kurtuluşları başaran , inanılmaz yiğitliklerdi bunlar. Dile destan kahramanlıklar ve dayanışılmaların örneğini verecektiler. Eşi az bulunur bir kahramanca başarılı hareketti bunlar.
Zorlanan işgalciler, hem Anadolu Asilerini! Muhatap alıyor, kalpaklıların kendilerini zora sokuşu ile anlaşma yolları arıyordu. Onu, tanımak zorunda kalıyordu. Ama bir zamanlar çok küçümseyip aşağıladığı, bu kutsal isyanı yapanları, muhatap alışlarını da kendilerine gurur yapıyorlardı. Bu yüzden de tanımazdan geliyormuş gibi, hafifseyen, küçümseyen tavırlarla muhatabının İstanbul hükümeti olduğu şeklinde davranıyordular. Hâlbuki muhatap alınma işini bu noktaya getiren, Anadolu hareketi idi. Ama muhatap kılınan İstanbul'du! Bu eylem işbirlikçi yönetimin sonunun, açıkça beri çekilmesi idi. Ve öylede oldu. 1 Kasım 1922'de Saltanat kaldırılmıştı.
Sürecek