Kurtuluşun Felsefesi 51
51] Kurtuluş savaşının dışsal ve tarihsel sürecinin işlendiği 1. bölümde belirtilenlerin yanı sıra, içsel mücbiri yet ve nedenlerine de, bir iki değinişle konuyu, açmanın yararlı olacağı kanısındayım. Birinci Dünya Savaşı'na sessiz kalınamazdı:
Etniki Eterya çalışmaları o kadar haddini aşıp, ileri boyutlara varmıştı ki İzmir ve yöresi adeta elden çıkar olmuştu. Bu yörelerimiz dışarıdan da ikame edilen, Rum nüfusla çoklaştırılmış, Rum nüfusla egemen kılınmıştı. Sisam, Midilli, Sakız gibi yerlerde Yunan kolorduları oluşturulmuştu. Yunan göçmenlerini buralarda iskân etme hazırlığıyla, buralar siyasi yerleşke alanına döndürülmüştü.
Hatta yerli Rum delikanlılar bir yolunu bulup, buralara da, Yunan birlikleri içinde, askerlik yapar olmuştular. Bu nüfus yoğunlaştırılması dümen işi, İstanbul'dan Muğla'ya değin kıyı boyunca yayılan bir yapılaşma idi.
Dünya konjonktürü, yani, gelişmiş anamalcı yapılaşmanın emperyalist tavrı, Dünya'nın yeniden paylaşılması için kutuplaşmış, ittifak (birleşmiş) ve itilaf (anlaşmış) birlikler kurmuşlardı. Savaş tamtamlarının sesini duymamak için sağır olmak, kör olmak gerekiyordu. Savaş için bir adımın bahanesi, bir öfkenin nefes alımı gerekiyordu. Buda Avusturya Macaristan veliahdının öldürülmesi olacaktı.
Bu dış şartlarlan, Osmanlı'nın kendi iç koşullarındaki, siyasi çatışmalarıyla, ittihatçı hükümet savaşa vaziyet aldı. Tutkulu bir azimle, hatta hayalci yaklaşımlarla, kayıp toprakları geri almanın bir fırsatı gibi değerlendirmeler içine girdiler. Bu, konjonktürden tamamen habersizlikti!
Bu tür temasların ilki, Reval görüşmelerinin şartlarında düzenlendi. Amaç, toprak bütünlüğünü bozan tutumların, yeniden düzenlenmesi olacaktı. İkinci olaraktan da, Osmanlı için akıl almaz olan, çok büyük bir hezimet olan, Balkan Savaşı yenilgisinin acısını çıkartmaktı. Hiç değilse bir kısım yerleri tekrardan geri alarak, en azından teselli olma duygusuyla, hükümet bu girişim ve tutumlardan neşvü nema bulmanın gayretine girecekti
Bu savaşa sürüklenişimizdeki üçüncü neden, cephane (mühimmat) yokluğu ihtiyacının sağlanmasını ister oluşumuza, cevaben mühimmatın karşılanır olacağı sözü de, çok cazip gelmişti. Cephane savaşa katılış için bir plân yapmamızda etkili neden olmuştur. Cephane sağlamanın dış görüşmeli temas bağlantıları da kurulmuştu.
Bir dördüncü olarak 1913 yılında bir isyanla elimizden çıkan Arnavutluğu kaybedişin, bizde yarattığı şaşkınlığı, haldeki yönetimin, daha bir ulusalcı cepheye kaymasın da, belirleyici etken ve tetikleyici neden olmuştur.
Almanlarla yapılan görüşmeler, olumsuzlukla ve dışlanma ile neticelenmişti. Alman ittifakı, sonradan Liman Von Sanders'in özel gayreti ile olacaktı. Rusya ile güdülen geleneksel düşmanlık politikaları nedeni ile Ruslarla, bu tür görüşmeler yapmak, açık açık, desteklemeyen bir isteksizlikti.
Savaşın tarafı olan her iki kutbun da, her biri, göz ucu ile Osmanlı'nın hiç değilse, tarafsız olmasını, benimser olmuş görünüyorlardı şimdilik. Tarafsız kalmanın karşılığı olarak, Fransa ile bir 35 milyar Franklık borçlanmanın, yapısal anlaşmalarının, olgunlaştırılması için görüşülüyordu.
Tarafsızlık sözde ve kâğıt üzerinde gibi gözüküyordu. Çünkü esasen itilaf devletlerinin, Rusya ile anlaşması vardı. İtilaf devletlerinin Rusya ile organik bağlantı kurabilmeleri için, bizden; boğazları açmamızı isteyeceklerdi. Yani boğazların deniz ulaşımına açık tutulması için itilafçı grubun bize bir talepte bulunacakları açıktı. Bu sorunsal savaş öncesinde bize; yer durumumuzdan ötürü bir kendilik bilinme yansıması demektir.
Boğazları itilaf devletlerine açmak demek, Almanya gibi ittifak güçlerini karşınıza almak demekti. Bu ara ittihatçı hükümet bir istihbarı duyum aldı. İtilaf devletleri boğazları, bir anlaşma karşılığında, boğazları Rusya'ya vereceklerinin, sözünü ittihatçılar birjurnal aracılığı ile duymuştu.
Artık Osmanlı için bir dışa karşı tavır alması, zorunluluk halinde idi. Savaşa girse de, girmese de, bu savaşın içinde olacaktı. Sizin, eski topraklarınızın ihyası için bir hayaliniz olsa da, olmasa da, toprağınız kendiliğinden ve zorunlu bir savaş alanı olup çıkmıştı bile. Bu bizim savaşa girmemizin en iradi olmayan mücbir sebebidir. Bu zorlayıcı neden de konjonktürselliğimizin beşinci temel nedeniydi.
Birinci Dünya Savaşına değin tecrübeler bize, İkinci Dünya Savaşında da, bizim savaşa girmememizin değil de, sanki her an girilecekmişiz de, uzlaşılma ölçülerinden doğan, ufak pürüzlerden dolayı anlaşılamamıştı. Gibi oyalaşmalarla, savaşın sonuna değin, sürdürülen bir pazarlık siyaseti olacaktı.
Güya savaşa girecektik ama bir tür uzlaşılma isteklerimizin, karşılanamamış gibi olması, tavırını takınmamızın, sürdürülmesiyle, savaşa gireceğimizin gerçeklenir olması, uzadıkça uzamıştı. İtilaf devletleri ile görüşmelerin sürekli uzatılması, 'güya' isteklerimizdeki sağlanamamış oluşların, uzlaşılmaları ile sürdürülüp gidecek olan, çok başarılı bir siyasetti. Savaş biterken de savaş ilanı vermiştik!
Böylesine oyalanılır hal, itilaf devletlerinin, farkında olduğu bir rahatsızlık durumu olsa da, açıkça ses edemiyordular. Çünkü bu durumu, kendi lehlerine çevirmek için bizi; hiç değilse küstürerek, karşı tarafa kaptırmamayı da kendisine kazanma olarak, bir tür avantaj gibi görüyordular. Almanlar da, bu gecikmelerde uzlaşı çıkmamasını, şimdilik kendi yararı içi, gayet sesiz ve olumlu buluyordu. Böyle bir duruma tirit olmak istemiyordular, siyaseti gereği. Böylece bir denge, kendiliğinden yaratılmış oluyordu, tüm baskılara rağmen.
Sürecek