Kurtuluşun Felsefesi 53

53] Elbette toplumlarda görev farklılaşmasından kaynaklı farklı ürün ve üretim kullanımları olacaktır. Ama asıl sorun, özel mülkiyetle oluşan kapitalistleşmenin giderek aşırılaşan çelişkilerini demokrasi tutumu olaraktan uzlaşmalarla yapılaşabilmektir! Toplum eşitsizlik ilkesi gereği olarak kastlaşacaktır. Kastlara ayrılacaktır. Kastlar ayrıcalıklaşacaktır. Adı olmasa (konmasa) da, her sistemde, sistemin adı ne olursa olsun, sistemin demokrasi de ona göre olacaktır.

Toplumun üyesi olan her hangi bir bilinçli yurttaşın demokrasiyi kullanımı, ancak bu ilişkilerden çıkabilir olacaktır. Demokrasiler böyle şartlarında oluşabilecek bir toplumsal talepleşme iken, sür git akıllarda tutulan fantastik soyut anlamalarınızı oyalanmak anlamsızdır. Ya haldeki mevcut sınıflı yapının demokratik kullanımı geliştirilir, Ya da yeni anlayış ortaya konur ki, bu halde siz tüm üretim gücü ve üretim ilişkilerinin bütününü değiştirmeniz gerekir.

Bizim kendinden menkul, ne için konuştuğu belli olmayan, pek çok bazı aydın yazar çizer takımımız demokraside demokrasi der! İstemleri neyi, neye göredir belli değildir! Demokrasi bir hukuk sistemi içinde kesikli, sürekli, fren sistemleri ile gerçekleşen,karşılıklı sağlayışlı değişkenler olmak zorundadır. Demokrasi, bir yaşayış, bir tüketiş olmaktan çıkmış; sınırsızlıkla, aptalca, kişisel kaprislere, aptal oluş gibidir artık! Her şey gibi demokrasi de, bayağılaştırılmaktan kurtulamaz. Artık ortam bir aldatmanın, bir uyutmanın tartıştırılmasıdır.

Bu nasıl olur? Demeyiniz. Açıklayalım. Yapı kendiliğinden hiçbir şeydir. Yapılar içinde, insanın etkinlik yaparak, ilişki ve ilişkindik var edişleri ve kurallar kılması, asıl ve önemlidir. İnsanın oluşucu öznelliği, tutkuları, bilinci, çıkarlarına bağlı oluşu, eğitim tutumları ve anlama yorumlamaları buralarda da çok etkin ve belirleyici olabilmektedir.

Eğer vatandaşlık bilinci iyi gelişmemişse, demokrasi içinde dahi, diktatörlüğe kayış, çok daha kolay ve rahatlıkla olacaktır. Hem de 'egemenlik kayıtsız ve şartsız milletindir' diyerekten. Kendilik egemenlik olmaz. Egemenlik bir işleşişle ortaya çıkan durumların bilinçle güdülmesi işidir. Değilse kendiliğinden verilir ve muktediri olunur bir işleşilme yetkisi değildir.

Egemenlik kavramı siyasetçilerimizle, hem de tam bir bilinçli kurnazlıkla; halk iradesidir denerek çarpıtılır olacaktır. Oysa halk iradesi bir atıfiyet olan kavramdır. Kendilik bir gerçeklenme değildir. Demokrasinin gerçeklenebileceği ortamlarının; yani üretiliş ve refahın dağıtılışının, düzenleşilip oluşturulması gerekir. Ve busözleşilen ilkenin işletilmesi gereklidir.

Değil ise armut piş ağzıma düş gibi bir gerçekleniş değildir. Ve bile egemenlik kavramının arkasında sanki fiziki bir yasa varmış gibi, zan etmeyelim. Halk iradesi gerçeklenmesini ya da, seçilmiş, atanmış argümanını, işleyiş olarak oluşturamaz isek, bu tür anlayışsal tutumlaşmalar, herkesin kendine göre tanımlayacağı ve herkesin kendi tanımlarıyla kullandığı çıkılmazlar olur biter.

Bu da, tam bir saptırma, aldatma ve siyasi çıkarlarımız için bilerekten topluma ihanet etmektir.Toplumlar giderek sözleşilmeler yetkilenmeler yetkilendirilmeler , kırpılma davranışlarıyla yeni kazanımcı kullanımlarının elde edildiği sürekli süreçleşilmeler birikimi ve uygulaması nesnel öznelliğidir.

Şöyle ki, demokrasi kültürleri, ülkelerin bekası için, eski kurucu iradeleri üzerine, yeni anlayışları da cem eder. Örneğin, bizim ilk toplumsal mutabakatımız da anayasa mahkemesi yoktur. Ama bu ilke de 1960 anayasası ile getirilmiş bir düzenlemedir. Böylelikle benimsenen yeni otorite yapı, paylaşımlı bir güç uygulaması olaraktan ortaya çıkar. Bu bir yürürdeki güncellenmiş olmanın istenir oluşuyla, eski müesses iradi oluşmaların uyumlaşış toplamıdır. Yapılar zorunlu olaraktan otoriterdirler.

Müesses (kurulu) düzen, yönetsel erk gücünü, kurumları ve kuralları eli ile dağıtarak, paylaştırıcı yapmıştır. Bu paylaşımların gereği olarak, yapılar, kendisine uygun bir yapısal yanını ve siyasi yapılaşmalarını da oluştururlar. Böylece yapılar belli politikalarını oluştururlar. Bu politikalardan birisi de, halkın yasama organını seçimlerle iş başına getirir olmasını (yetkili kılınışını) öngörmüş olmasıdır.

İşte bu demokratik öngörü, süreçler içinde, iyi işlemeyen sistemlerde, diktatörce oluşun kendisidir. Temel de, demokrasiler de, devlet olan otorite, yönetim olarak paylaşılmıştır. Bu paylaşımın yürütme erki, halkın yetkilenmesi ile teşkil olunur. Aslında burada ne kadar parçalı irade çıkarsa, demokrasi tecrübeniz pekişmeli olur.

Ve gelişmeniz; sancılı olur ama yavaş ve güvenli bir gelişmenin, uzlaşma bulması ile ortaya çıkar olacaktır. Çok kültürlü etnik değerlerini toplumsal değerlerin paraleline ya da toplumsal değerlerin üzerine almış toplumlarda, uzlaşı zor çıkar.

Hatta çıkmaz da. Uzlaşılacak tartışmalardaki, girişmelerle biz, erkte de olsak, ne yapabilir olacağımızla ve ne yapamaz olacağımız arasındaki sınırları oluşturmalıyız. Sınırlar böyle kırpılan, sınır konulan girişmelerle belirlenecektir. Bu türlü, parçalı yapı, siyaseten istikrarsızlık algıları da verir. Ama güvenli yapının da gereğidir bunlar.

Demokrasilerde mutlak muktedirlikçi diktatörlük anlayışlarıyla yönetir olmanın hevesleri de belirir. Demokrasilerdeki parçalı olan toplumsal üretimli ve toplumsal ilişkili yapıların, yönetimlerde çabuk kararlar alamamanın göstergesi olacağı düşünülür. Oysa muktedirlik salt kararlarla oluşamaz.

Muktedir olmak, bir çok bileşenlerin girdisel girişmeleri ile ortaya çıkacak olan bir sonuçtur. Değilse ben şunu yapacağım ama parçalı yapıların itirazından ötürü yapamıyorum demek doğru değildir. Demokrasilerde yönetim uygulaması olarak sadece birine eğilimleşmek doğru olmaz. Bir eğimleşme hareketinizin, diğer yandaki ilişkileşmelere yeni antidemokratik durumlar taşıyacağını siz nasıl göz ardı edebilirsiniz?

Sürecek

18 Mart 2011 5-6 dakika 1084 denemesi var.
Yorumlar