Kurtuluşun Felsefesi 54
54] Sırf, birinci haldeki eğilimleşme belirtisi olan heves bile, diktatörlüğü ortaya çıkartır. İkinci durumdaki çabuk kararlar alma heves eğilimleşmesi de, iktidarsızlığı ortaya çıkartır. Hâlbuki bu iki alana da ortamda girişim yaptırılmalıdır. Aslında halkınız da, bir önceki alışmalarının duygusal ve psikolojik rahatlığı vardır. Ve bu rahatlığa alışmış olmanın, sürdürülmek isteyişleri vardır.
Bu tür duygucu, psikolojik yönelimler, şimdiki yeni koşulda şartları olmayan bir duruma, halkın alışmasına dirençler koyar. Aynı zamanda da halkın sorumlu yurttaş olma bilinçleri, kişileri; sistemle uyumlaştırıcı olmaya transfer etme gayreti olacaktır. İstikrarlar; siyasi, ekonomik, yönetsel gibi olabilen süreçlerin, daima oluşma, çözülme ve belirmesi ile girişir olmalıdır. Değilse bizim öngörü heveslerimiz istikrar değildir.
İstikrar çıksın diyerekten, bir düzenleşme gayretinizin sonucuda da, istikrardan kaçınmışsınızdır. Demokrasilerde, çoğulcu bir yapılaşma ile kitlesel oylar sizleri, mecliste yürütmeyi düzenler olmanın başına getirir. Tek tip yapılarda, bir örnek yapılarda, nerede ise girişmeler ortadan kalkar. Oysa meclis çok parçalı yapı olursa, yürütme de bu çok parçanın birçok girişmesindeki oluşmayla sağlam olacaktır. Buralarda da, sistemin frenleri çok etkindir.
Hayali ve heveskar bir istikrarı öne alan düzenleşmelerle, seçilecek parti sayısını, sınırlayan politikalar bizlere demokrasi gibi algılatılarak, anti demokratik olmaktadırlar! Böyle yapılarda bir siyasi oluşum %50'lere ve hatta daha fazla orandaki oylarlan, gerçeklenip, iktidar olmaktadırlar.
Bu güya istikrarlı olma algısı içinde, alınancak kararlarda bir süratlilik gibi olacaktan işlerken, sistemin işleyişsel frenleri tutmaz olacaktır. Böylece, seçilenlerin öznelci amaçları, partisinin ve kendisinin siyasi gelecek kaygılarına hizmet etmeye yönelecektir. Hemde siyasetin gittikçe diktatörleşmesine kayacaktır.
Bu durumlardaki işleyişlerde rahatsızlık veren tutumların söylemleri halk tarafından ayyuka çıkarılınca da; bu tür diktacı eğilimler her ne kadar: 'bir bayramlık ve bir idamlık elbiseleri olduğu' söyleşilirse de anılacak hiçbir demokratik ve refahçı gelişim içinde olmadıklarından, unutulup giderler.
Böylesi durumlarda, istismarcı anlayış, parti çıkarını, dolaysı ile kendi çıkarını, devletin bekasının önüne almaktadır. Yönetenlerin sözü ve davranışları farklılaşıp fevrileşmektedirler. Kendilerini vehimsel alıştırmaların kabulü ve etkisi ile tıkamaktadırlar. Tutumlarına mazeretler üretmelere varan süreçlerle ve ayakta kalabilmelerinin çarelerine başvurmalarla, krallaşmak zorundadırlar.
Bunu da, halk iradesinin kendilerinden yana olduğu gibi bir sudan mazereti ile meşruiyetleşmekteler. Bu da tam bir aldatma ve aldanıştır. Başka deyişle yeteneksizliğin, gerçekle ölçüşen kıyas travmasıdır. Halkoyunun baskısı, kimi siyasetçi anlayışlar nezdinde, 'milli irade fikri, milli irade gücü', daima kral çıplak diyen oluşmaların, üzerinde yoğunlaştırılırlar. Eleştirilme, denetilme ve frenleşmeyi sevmezler. Bunlardan dolayı korkular salarak diktatörleştirebilmektedir.
Ve bu güç, yöneticiye, kendisini kral sandırtıp, her şeyi ikame edebileceği duygusuna kaptırmaktadır. Kişileri, tek benciliğinin hırsına salar olacaktır. Zihin kontrol melekeleri ellerinden çıkar. Kendisi kral olmakla, bir: 'çıplak kral olacakken', kral olduğunu unutur: 'kral çıplak' diye başkasını 'kral' görüp, bilinçaltını savunmalarına geçerler. İstikrar çıkaracak denen düzen, diktatörlüğe götüren, çok büyük bir tehlikeyi, açıkça bağrında taşıyıp, ortalığa bırakmaktadır.
Bu türden diktacı oluşmalara kayan tehlikeli gidişlerde, erkin; kendisinde 'vehimler' hissetmesi vardır. Bunu da, her şeyi yapabilir oluşlarına bağlarlar.Ve temsili halk iradesinin, her şeyin üstünde olduğu bahanesine bağlarlar. Ve umacılar yaratmakla işe başlarlar. Oysa işleyiş dizgesinin, işleyişler sırası olur.
Ama bu işleyiş, kuruntu ve üstünlük kabul etmemelidir. Böyle bir vehimleşme gücün kontrolsüzlüğü ilkesi gereğince; güç kendisini çevreye fiziki güç olaraktan ihale eder. Ve fiziki güç olaraktan gücün kendisini transfer etmesidir.
Ki bu vehimsel güç, demokrasi içinde ki bir uygulamanın,içsel demokratik adımıdır denilişle, demokrasi dışına kayılarak,demokrasi dışına düşülmesidir. Demokrasiyi bir sınırsızlık gibi algılamak ve halk iradesini her şeyin üstünde görmek bunların çıkılmazıdır. Gücün paranoya hastalığıdır bu. Otoritenin, gücün paylaşımlı frenlenmeli eşgüdümünün, yadsınmasıdır bu.
Sosyolojik travmalar, biyolojik travma ve ruhsal travmanın desteklediği bir yatkınlıktır. Böyle olmakla birlikte, sosyal travmalar, sosyal etkilerle, ya da çeşitli güçsel etkilerle de oluşturulmaktadır. Travmalar, çevresel öğrenmenin somutluğunu da arz ederlerdir. Bu türden sosyolojik travmalara karşı sizin; hazırlıklı olmanız ve bilinçli şekilde karşılar olmanızın gereklidir. Gerek halk içinde, gerek aile içinde ve gerek grup içinde; travmalara uyumlaştırma çalışmaları, yapılırken, iki biçimde çalışılır.
1-Günlük alışmalarımızın rehaveti, Güneş'in yarın doğup doğmayacağını, bizim aklımıza bile düşürmez. Bu rahat oluşumuzun nedeni: kendimizi, alışmalarımızın güvencesinde hissetmemizden kaynaklanır olmasıdır. Bu güven, kendi alışmamızla, çevreden aldığımız izleksel yaşantı birlikteliklerinin verdiği, tekrarcı belirmelerdeki tutumsal, sıralı ve birbirine bağlantılı belirmelerinin algısıdır.
Kendiliğinden benimseme biçiminde oluşan, bir alışma ile rahatta oluştur bu güvence. Bunlar, nedensizce, kişilerin belli saatlerde yatmaya, belli saatlerde kalkmaya; ailece alışması gibidir. Yine ailece ortak beğeni ve zevkler geliştirmeye ve benzer renklerden, hoşlanma, ya da hoşlanmama algısının ortaya çıkması gibidirler. Direkten baskı yapar olmayan, ama içine doğduğumuz baskısal olan sosyal öğrenmelerdirler.
Sürecek