Kurtuluşun Felsefesi 60
60] Osmanlı siyaseti bunalıma girmiş, ağır bir hezimet duygusunun teşvik ve tahriki salim düşünmeyi alt üst ediyordu. Emperyalizmin sürmekte olan Osmanlı içindeki eli; karıştırmaları, kışkırtmaları alabildiğine kullanıyorlardı. Her biri, önceden beri süren Osmanlı'ya değin olan miras bölüşüm hesabının içindeydiler.
Ortam bu ve bunlar gibi sayılmayan birçok durumun baskısındaydı. Bu baskının kullanacağı seçip ayıklayacağı birçok sunumlar da vardı. Bu sunumlar içindeki sadece üç arzı (sunumu) belirtmekle yetineceğim. Diğer arzları okur kendileri araştırabilirler. Ben bir sistemin işleyiş dinamiklerini vermeğe gayret ediyorum. Yoksa ayrıntılı tarih anlatmıyorum. O günler içinde:
1-Musatafa Kemal gibi serinkanlı, olayları kökten değerlendiren, geleceği planlayan, makul ve itidalli, temkinli olan gelişmeci gruplar vardı. 2-Osmanlı'nın hezimet duygularına cevap olacak türden, maceracı olan milliyetçi devrimci İttihat ve Terakki Cemiyeti vardı. Bunlara göre birinciler pısırıktılar. Ve birinciler öznel sosyal ve nesnel toplumsal ortamın seçmesine denk düşmeyen bir hilkat garibesi görünümlüydüler.
Evet, ortamın dayatması karşısında makul olan şimdilik öyle de görünüyorlardı! Ama şimdiye değilse de geleceğe de bunlar yön verecekti. Zamanın ruhu, bu sunuma değin seçmenin şartlarını çok değil, üç beş sene içinde ortaya koyacaktı
Üçüncü olaraktan meşrutiyet gibi yeni siyasetlere karşı olan, hilafet ve saltanatçı olan gerici güçler vardırlar. Bunlar hep vardırlar. Ortamın gereği gibi iseler de sosyal öznellikten kaynaklıdırlar. Geniş halk destekli olurlar. Toplumsal tabansızdırlar. Hatta bir dördüncü grubu da belirtmeden edemeyeceğim. Ayrılıkçı grupların baskı ve basınçları, emperyalizmin Osmanlı içindeki parmaklarından, en güçlü olan parmağı idi.
İşte gelecek bu koşulların belirleyiciliğinde ve bu nicelinmiş ortam içi sunumların üzerine ayağını basaraktan bir seçme ayıklama yapacaktı. Gelecek bunlar içinde kâh onla, kâh bunla, bu koşullara en uygun olanlarla, yola çıkacaktı.
Görülüyor ki ortamın sizden ayrı ve sizden bağımsız zorunlu bir dış şartları vardır. Ve yine ortamın evrimsel olarak bu şartlar karşısında, kendisini konumlamış küçücük küçücük, rast gele birikmiş, çevrenin malzemesi olan sunumları (arzları) vardı.
Koşullar Mustafa Kemal gibi makul ve mutedilleri seçmeye, hiç elverişli değildir. Ne emperyalistler bunu kabul ederdi. Ne elden çıkan vatan topraklarına yanıp tutuşan hezimet duygusu, mutedili kale alırdı. Toplumsal dönüşme, makul olanı destekliyorsa da; 1914-1918 yılları arasına dek bu şartların nesnelliği öznelliği içinde, söz gelimi olgunun dış şartı olan Alman emperyalizmi ve diğer düşman emperyalistlerin etkisi ile de seçilecekti. Bu seçilişte sunum olanakları içindeki, temkinli ve makul olan sunumlara yaklaşılmayacaktı. Aksine iç şartlar içindeki ittihatçılar gibi heyecanlı ve taşkın olan sunu şartları; zorunlu olaraktan, tüm sunumların içinde, itina ile seçecekti.
İşte İttihatçıların sizi savaşa sokan temel nedeni böylesi karmaşık bir girişmedir. Ortam ittihatçıların arzusuna pek uygun görünüyordu. Emperyalizm de, havuç sopa göstererekten bu hevesi kullanmaya elbette ki pek bir eğilimli, olacaktılar.
Bu kaçınılmaz sona gidişte, es kaza; savaşlar kazanılsa da, rol en iyi aktörlerce oynasa da, bu türden son, mukadderdi. Mevcut yapı korunamazdı. Kurum ve kuralları ile yeniden yapılaşmadan da bu yapı kalıcı olamazdı. Yapı kendi kendine dönüşemezdi de. Eski sosyal yapı, kendi içerisinde oluşan yeni ve gelişmeci dinamiklerinizi de, bir nevi kanserleşmiş hücre gibi algılar ya da yeni dinamikleri sapkınlık olarak görür ve ona saldırırlar.
Bir konuyu detaylı bilmek demek, tarihte bir şeyi iyi bilirlik olaraktanpek bir şey ifade etmeyebiliyor. Tıpkı Avusturya Macaristan veliahdının öldürülüp, Birinci Dünya Savaşının bu yüzden çıktığı bilgisini biliyor olmak gibi kısmen bom boş bir anlamadır. Avusturya Macaristan Veliahtı öldürülmese de 1. Dünya savaşı zaten çıkacaktı. Tıpkı 'İttihat ve Terakki'ciler bizi savaşa soktu da battık' denmesindeki gibi afakî ve yüzeysel bir hamlıktır, bu. Bu tıpkı, birkaç gün içinde doğal yolla ölümü gerçekleşecek bir kronik hastanın, insanı yatağa dahi düşürmeyecek olan bir gribal enfeksiyona yakalanıp, üç gün önce, ölmesi gibidir.
Çünkü Dünya'nın pazar olarak, egemenlik olarak, yeniden ve yeniden paylaşımı, savaş için temel ve birincil nedendi. Vaka olarak, elbet her ki her iki olguda; gerek Avusturya-Macaristan veliahtının öldürülmesi, gerekse terakkicilerin bizi savaşa sokması, doğrudur. Süreçte olmuş durumlardır. Ama temel olmayan vesile sebeptirler. Her zaman vesileler nedenler vardırlar: Gerekse İttihatçı Hükümetin bizi savaşa sokması gibi. Gerekse Avusturalya Macaristan veliahtın öldürülüp 1.Dünya Savaşı'nın çıkması gibi.
Ama tarih bilinci olarak, önümüzü görmek ve güven içinde geleceği plânlar olmamız için de, bu bilmezliğimiz tam bir körlük saplantısıdırlar da. Bu tür anlayışlar, iz azdırıcı ve gerçeği saptırıcı söylemlerdirler de. Örneğin Kenedi de; Olef Palme de; tıpkı Avusturya-Macaristan veliahtı gibi suikastla öldürüldüğü halde, bu vesileci nedenler hiç de savaş, nedeni olamamıştırlar.
Bütüncül bilgi sistematiğini kavrar olmada bu kabil yetersiz ve yanlış uslamlamalarla analizler sağlıklı olamazlar. Bu tür yanlış sanısal ileri sürüşlerle,özsel gerçeğin anlaşılması daima ketleştirilir. Araya karşı devrim denen, tutucu sürecin düşünceleri monte etmekten başka hiçbir işinize de yaramazdır bu analizler.
Sürecek