Kurtuluşun Felsefesi 66
66] Irak bunun en bilinen, en acı olan, binlerce işbirlikçisi ile en açık örneğidir. Bir zamanlar Saddam'ın bir ters hareketi ile ABD, Irak'taki göz önü olan tüm ajan provakatörlerinden 7000 işbirlikçisini, apar topar yurt dışına kaçıran bir tahliye girişimini yapmıştı. Bugün Irak'a oy kullanma, seçme, seçilme, demokrasiyi en aculundan tartışma gibisinden en sözde özgürlükler geldi! Ama Irak demokrasinin geldiği oranda mutlu değil ve güvenlik içinde değildir!
Gelişmeler, Dünya'yı küçültmüştü. Dünya'nın denetimi avuç içi kadar açık ve yakın olmuştu. Ama bir o kadarı güçlükleri ve problemleri de bağrında taşır olmuştu. Yeni emperyalizmin yüzü; sömürge kıldığı ülkelere, sömürge olduğunu değil de, uluslararası işbirlikleri ile ilişkide olduklarını, duyurtmaktı.
O ülkeler içindeki, kendi çıkarlarını sağlayacak yapılaşmaları, hak, hukuk, demokrasi, özgürlük diye sufle edecektiler. Bu sayede de emperyalistler, o sömürülen ülkelere, emperyalizmin iradelerine uygun kararları almalarını isterlerken, 'ülkelerin kendi kararlarını kendileri alıyormuş' gibi olmalarını da, sağlamaktadırlar!
Yine sömürülen ülkelerde, emperyalizme karşı, hiç kullanamayacağı bir ordusunun bulunması vardır. Ve geri kalmış, sömrülen bu ülkeler, ordularının donatılmasını, ordusunun yetiştirilmesini, emperyalist ülkelerden talep ederler. Ha keza bugünkü Irak'taki yeni kurulan yapı gibigüvenlikte emperyalizme ihale edilir. Seçimlerde o ülkeler halkının, özgürlükle (!) Oy kullanmalarının önünü açarlar! Gelişmemişlere, demokrasi içinde, hür yaşadığını sandırtılan, çok ince bir emperyalist siyasi hinliktir tüm bunlar.
Atatürk'ün dediği gibi, bilimi ve ekonomik bağımsızlığını oluşturamayan ulusların, siyasi bağımsızlığı ve özgür bir kendi gelecekleri olamazdı. Üretip bölüşemeyen ülkelerin demokrasisi ve özgürlüğü ve de hakları olamazdı. Böylesi ülkeler, çok sınırlı davranışlar içinde olmalarıyla da ufacık bir davranabilmeyi özgürlük sanacaklardı. Geçmişteki ulusal değerlerinin, hele de ülke kurtarıp ülke kuran değerlerinin; ne kadar anti demokratikliklerle benzeşmeler içinde olduğunu tartıştırarak, kendi hallerini unuttururlar!
Genç, daha kırkı bile çıkmamış Cumhuriyetimiz; sanki 300 sene öncesinden beri yıkılmadan, dağılmadan olanca ihtişamı ile güngörmüş olaraktan devir alınmıştı! Genç Cumhuriyet önceden beri, sanki, böylesi bir ergin ülke olaraktan gelmişti! Güya Cumhuriyetin ergin gelmiş olmanın olgunlaşmışlığı referans yapılaraktan, aynı dönemini yaşayan, kendisini yıkıp dağıltan çağdaşı ülkelerle kıyaslanması abesti.
Bu ülkelerin, demokratik gelişmişliği gibi demokratik yetişkinlik tavrını genç Cumhuriyetten göstermesini beklemek; haksızlık ve gerçek dışılıktı. Ulusal gelirdeki payı 3000 dolar olan ülke ile ulusal geliri, 40 000, 50 000, 60 000 dolar olan ülkelerin demokrasileri aynı olmaz. Bu aptalca bir tartışma ve tartıştırılma oluşla bir kafa karıştırma olur.
Ama bu genç cumhuriyet de süreçle usçuluğunu göstermek zorunda idi. Cumhuriyetimizle birlikte, ülkenin, ülkeden, yönetileceğinin kararı da alınmıştı. Emperyalizmi kendi topraklarında dize getiren ülkeler, ne yazık ki; bu kez de emperyalizmin yeni taktiği ile emperyalizmin uzantılarını, kendi içinde, can evinde buluyorlardı. Hiç sorun yokken, eften püften meseleleri, bir anda toz duman içinde, gündem sorunsalına çevriliyordu? Sizce yapay sorunsallar, eperiyal çağdaş ülkelerin problemleri mi?
Ancak, daha rüştünün emeklemesinde olan cumhuriyetin, kendisini bir dinleme, bir anlama ve bir demlenme süresini yaşaması da en meşru ve en doğal hakkı idi. Ülkemizin dinlenme ve demlenme dönemine ilişkin aksamaları ve yansımaları emperyalistlerin çok iyi bildiği ve bu konularda hin olduğu, bu durumdu.
Hem de bu durumu çıkarları doğrultusunda kullandığı bir fırsat idi. Aynı emperyalist tutumların, yurt içindeki destekçileri de vardı. Bu destekçiler, başlangıçtaki savaş yıllarında, azınlıklardan da, çıktılar. Öz hareketin içinden de çıktılar. Bunlar çıkarsal ilişkileri nedeniyle ve kafa yapıları nedeniyle, alabildiğine gericileşe bilmekteydiler. Bu yobaz tutumlar, durumdan neşvu nema buluyordular.
Bu tür dış emperyal konjonktürler o zamanlar, bizim gibisinden başlatılan bağımsızlıkçı direnişi başarısız kılabilmek için elinden geleni yapacaktı. Bağımsızlık hareketimizi daha başlatmadan, dış düşmana karşı birlik olmaya vakit bulamadan, güç birliğimizi, tam el birliği kılamadan, içten; hem de, sırtımızdan vurulacaktık. İç isyanlarla cebelleşecektik. Çeşitli enerji kaynaklarının, türlü gizli paylaşım plânlarıyla, bir bir elimizden çıkar oluşlarına, canımızın derdine düşmüş olduğumuzdan ötürü, pek bir bakamaz olacaktık.
Basit bir mantıkla o günün koşullarındaki var olan yönetimin durumunu irdelemek de olasıdır. İşgal altındaki bir yönetimdir. İşgalcilerin buyruklarını da yerine getirmektedir. Açıktan bağımsızlıktan yana proje devinmeleri ortaya koyamaz. Ve işgale karşı pasif kalırsa ve işgali himaye eder görünüm içinde olursa bu halkın nazarındaki itibarın kaybı anlamına gelirdi. Üstelik saray, her bağımsızlık oluşumlarını asi isyanları bilirse; işgalcilerle işbirliği içinde olunursa; o yönetimin, meşruluğunu tamamen yitireceği de açıktır.
Bağımsızlıkçı düşünsel felsefelerden yana olan, yeni oluşumlar ortaya çıkacaktır. Konjonktür işgalci oluşmalara cevap veremeyen tutumları, eski olanı, eleyecektir. Yeni olanların içindeki güncele cevap olabilecekleri, ileri doru gelişip sürdürülür olanı seçecektir. Konjonktür zorunlu olarak, sürecin her adımıyla birlikte, bir seçme ayıklama ilkesini uygular olacaktır.
'Bağımsızlığın felsefesi', bağımsızlığı sağlamıştı. Ekonomik ve siyasal bağımsızlık, ulustan yana olan yararcı kararların da bağımsız olmasını zorunlu kılıyordu. Artık bağımsızlığınız siyaseten, bir çeşit eşitler arası karşılıklı bağımlı oluşların devinmesiydi. Ama bunun ekonomik, teknolojik,teknik dış denkleşme değiştirilebilirlikleri de, mutlaka süreç içinde sağlanmalıydı.