Kurtuluşun Felsefesi 71

71] Osmanlı yapısının her alanda gerileşmiş ve zorunlu bir insanlık dramları oluşturacak denli yanlış uygulamaların içinde olan, yanlarının olması da, kaçınılmazdır. İşte bu türden aksamaların üzerine nesnelci, toplumcu birikim ve planlamalarla otorite paylaşımlı inşalar konacak yerde, inanç ve duygu sömürülerine tutunacak, iç ve dış güçler tahrikli, kalkışmalı, galeyancı ve çapul katliamlarıdırlar.

Ana soruna el atmadan, köktenci yapı değişmelerine neden olmadan, mevcut yapıyı pekiştiren, koruyan bölgesel feodal egemenlik gayretli ve amaçlıdırlar. İç isyanların kendisi, böylesi temelsiz güya meşru duygusal mücadelelerle, kışkırtılma ve tahriklerle, kışkırtıcıların işbirlikleriyle, verildiğinden ötürüdür ki, hiçbir zaman başarılı olunamamış ve toplumsal barış da, sağlanamaz olmuştur.

Oysa o günlerin çağdaş toplumları, geliştirdikleri toplumsal yaşamın hareketlerini, üretim-tüketim ilişkileşmesi etrafındaki sağlanışlarda, refahçı kümelenişlerle, eylemlerini ortaya koyuyordular. Söz gelimi, iç üretimlerini dışarıya karşı koruyan, dışarının tümden açık pazarı olunmasına karşı toplumcu, milliyetçi himayecilikleri olan, anlayışlarıyla ulusalcıydılar. Milliyetçilikler ırk üzerine değil, ekonomik menfaatlerin korunması ve iç üretimin kendilerinin istihdamı ile dönüşmesi üzerine bir milliyetçilikti.

Bu yüzdendir ki kör milliyetçiliğin hem ekartesi için, hem grup tahrikleri olmaması için ileriye yönelik bir iç toplumsal sindirme dönemi olacak olan yeni federal ittifaklar ortaya çıkıyordu. Bu sindirme süreci kuramsal olaraktan ve uygulama olaraktan bir asimile olmayıp, bilinçlenen yurttaşın, güncel, evrensel değerler üretmesinin, yeni toplum bilinciydi.

İnsanlar 8 bin yıl önceden beri toplumu oluşturmaya başlamışlar. Ama hala toplum bilinci edinemeyip sosyolojik olan, etnik, inançsal, gelenekçi ayrışan yapılara tutkal gibi yapışmışlardı. Bunlar hem geri kalış nedeniniz oluyordu. Hem sömürülme nedeniniz oluyordu. Hem de toplum olamıyordunuz. Sadece öznel ve hamasi söylem duygulardan coşku ile tat alıyordunuz.

Oysa dış güçler güncel olana, dönüşerek ve eylemler ortaya koyarak girişiyorlardı. Bu türden gidişlerini; yeni ve güncel oluşma anlayışları içindeki toplumsal milliyetçilik, duygularıyla biçimliyorlardı. Ulus milliyetçiliği yerini evrensel olana dek, evrenselliğin şartları oluşana değin, toplumsal birliğe, bayrak yarışını bırakıyordu.

Oysa Anadolu'daki milliyetçi denecek! 1925 Şeyh Sayıt ve 1930 Ağrı, 1937 Dersim isyanları, günlerin getirdiği toplumcu milliyetçi bilinçlenmelerden ve alt yapı donanımlarından tamamen yoksun bir kaşıma, ayaklandırılma plan ve uygulamasıdırlar. Çünkü bu tür duygucu milliyetçiliklerin, kupkuru bir milliyetçilik oluşlarından başka, hemen etraflarında oluşacakları bir şartlarını taşıyanbir toplumsal kültür ittifakı çekimlenişleri yoktur! Sözün gelişi, ne bir güncel üretim ilişkileri vardır. Ne bir güncel bir üretim teknolojileri, üretim birikimi, üretim donanımı ve yapılaşılır bilgi ve fizibilite ve üretim kültürleri, ne de bunların planlaması vardır. En önemlisi bu tür misyonu yüklenebilir, ne bir Anadolu halkı vardır.

Ne bile bir üretimlerini paylaştırma düşünceleri vardı! Ne bunları oluşturalım demenin kemali verimliliği vardı! Böylesi ortak değer paydaları oluşturulamamış olduğundan, toplumsal bağıntılı, üretim ve tüketim paylaşmaları isteği dahi ortada yoktur. Bunu oluşturacak bir tarihi süreç bilinci ve alt yapı meşrutluğu da, elan mevcut değildir! Üstelikte bir üretim aracı olan feodal topraklarını ağalardan alınıp, paylaşımını öngören rasyonel bir üretim aracı üzerindeki mülki bölüşürünü de öngörmezlerdi!

Böylesi bölüşücünü sağlayan proje odaklaşma nedenleri de ortada hiç yoktur! Böyle olunca da, iç isyanlar tam bir kaşıma tam bir cahilce, zamani değerler üzerinde olmayan, bu böyle olur kabili, sıradan; acı kin ve gözyaşını aşamamış, toplumsal dönüşümleri hedeflememiş acizliklerdir.

Oysa bu iç isyanların birçok kısır döngüleri vardır. İç isyanların hiç biri kendisi (toplumsalı) kaynaklı değildirler. Zorunlu bir üretim-tüketim bağlılıklaşmasının, bu tür toplumsal sağlayışlarını, karşılayabilmek için de, değildirler. Kendisini, bir düzey ve düzlem üretmesi olaraktan, dış sömürüye karşı savunacak durumda olamayışlarının mukavemetsizliği de bu durumların içinde açık açık vardır.

Hele hele sosyal yapılaşma olaraktan, sosyal müesses çağdaş kurumlardan tamamen bihabersiz oluşları vardır. Feodal töre baskılarına iyice alışmış, baskıların yokluğunda kendisini bir hiç gibi hisseden alışmalarından sıyrılamamanın çaresizliği vardır. Ekonomik bilinçlenme ve bunun ticari donanımından, ticari ve ekonomik korumalarından yoksundurlar. Ve bunların alt yapı oluşturmalarından olan toplumcu milliyetçi birikmeleri dahi, hiç yoktur. Bilgi grupları, hiç değildirler.

Bu tür ayrıntılar az ve görmezden gelinir gibi şeyler değildirler. İnşanın üzerine temelleneceği, nesnel, kültürel, güncel zorunluluklardır. Etnik olaraktan değil de, topluma değin yapısal kültürün içinde, toplumsal kültürün sosyal kültürünü çıkaramadığınız zaman;

Açıkçası bağımsız ve ittifakı, toplumsal yapılar kuramazsınız. Gazi bu kültürün temelini Osmanlıdan almıştı. Ama bu toplumsal kültür, ülke sathında homojen bir yayılma değildi. Ülkenin çok kesimi, daha 1600'lü yılların sosyalci, ekonomik kültürelci yaşamsal bölüştürmesinin ilişkisi içindeydiler! Toplum nasıl yaşıyorsa öyle düşünüyordu.

Olayların dinsel temelli olan, haksızlıklara karşın yaratılan eylemlerin, dramatik boyutlarını saymak da, beni aşar. Bunlar toplumsal oluşmanın değil sosyal kinleşmenin temelini oluştururlar. Dinsel kalkışmalar, toplumsal barışı ve toplumsal yapılaşmayı hiç bir zaman sağlayamazlar. Bunlar sosyal bilinçlendirilmenin tahrik olmasıyla, tefahurla (kusurla gaflet etmenin içinde) davranmaktadırlar. Yine bunlar (inançsal ve etnik tahrikler) kişilerin kendilerinin otokontrolcü olması gereken, ders çıkarılmalı öznel anlamalarıdırlar.

Yine dinsel sosyal ittifaklar kişilerin kendini yargılamasını, kişinin kendi içsel düşünmeleriyle kendini haklılaşmaya ya da haksızlaşmaya götüren öznel kontrol mekanizmasıdır. Ve yine bir otorite boyunduruğunda, sus pus olmanın ezilmesidirler. Bunlardan toplumsal bir akıl çıkarılmaz. Ancak toplumsal bir amaç, yâda kişisel her türden fitne, bela, amaç inanç üzerine söylenerek kişiler olumlu ya da olumsuz, pek kolaylıkla yönlendirilebilirler. Bu tarih boyunca böyle kullanılmıştır. Hala da berdevamdır.

Sürecek

06 Nisan 2011 5-6 dakika 1084 denemesi var.
Yorumlar