Kurtuluşun Felsefesi 8

8] Şimdi yukarıdaki 'B- Cumhuriyet kuruluncaya kadar, camilerde hutbe veren, Allah'ı ve dinini, toplumun Müslüman kimliğini kullanan, kuvvayı milliye taraflıları, Cumhuriyet döneminden sonra sanki tavır değiştirmişler, sanki geçmişte bunlar, hiç olmamış gibi anlatmaları karşısında insan olarak, düşünen olarak tepki gösteriyorum' diyen alıntı söz, bu açıklamalar ışığında değerlendirilip aşağıdaki gibi kalıba sokulunca yanılgı oluşları ne kadar anlaşılır olacaktır. Bu söz ortaya konurken, asıl bağlaç nasıl da görmezden gelinmiş.

B- ""Cumhuriyet kuruluncaya kadar, direniş veren efeler, toplumun direniş ruhu kimliğini kullanan kuvvayı milliye taraflıları, Cumhuriyet döneminden sonra sanki tavır değiştirmişler, sanki geçmişte bunlar hiç olmamış gibi anlatmaları karşısında, insan olarak, düşünen olarak, tepki gösteriyorum."" Denmesi ne kadar haklı bir söylem olurdu? Bunlar kıt düşünmelerin, olayı tartışanların ifadeleridir.

Bu en cahil söylemdir. 1000 yıldır halkı ümmetçi yapı içinde tutuluşla, ümmetçi bir mantıki anlama ve anlayışlarlan oluşturduğunuz insanlarınızı ulusal bir davete buyur ederken: insan hakları beyannamesi ile ya da izafiyet teorisi ile veya evren sel ilkelerlen; ulusal birliğe çağıramazdınız. Ümmetçi anlayışa göre mülk, Allah'ındı. Mülkün sahibiyetliği, Allah eli ile padişahındı.

Tehlike altında olan mülkün, tehlike de mi, yoksa tehlikede değil mi, olduğunun kararını da; mülkün savunulmasına ilişkin çağrısını da; din (şeriat, tanrı, tanrı adına halife olan padişah) yapardı. Halka yurt ve mülk sevgisi, bu ümmetçi semboller üzerinde kavrattırılmıştı. Halkta genel olaraktan ancak bu sembollerin çağrısı ile harekete geçiyordu. Halkın direnişe, bu semboller üzerinde çağrılmasından doğal ne olurdu ki o günlerde. Zaten aksi de, muhal olurdu.

Böylesi dinsel imajlı söylemler, halkın deviniş kavramı içinde mündemiç olan, halkı toptan harekete geçiren, anlayışlardan birisi olduğu da açıktır. Böylesi sözler, halkın kendisince inanılmış, belli değerler etrafında, harekete geçer olmasındaki, bu gerçekliği de belirtmektedir.

Bu söylem aynı zamanda da zımnen halkın bir izansızlığını da ortaya koymaktadır! Bu tür söylemi yapanlar bunun farkında mı acaba? Aynı zamanda bu demektir ki halk; 'Cami, Allah, Kuran denilmese idi, hiç davranmayacaklardı! 8]Bu insanlar da vatan sevgisi ve vatan savunması fikri yoktu', gibi çıkarımların denmesi anlamına da gelmektedir.

İşte bu tutum da, süreci tam anlayamayıp, karşı hareketi, sürece monte eden, genellemeci yanılgı ve diretmelerdir. Bir kere, hiç bir din uluslaşma süreci yaratamaz. Ancak bu uğurda eğer siz bir karar almışsanız, bu aldığınız kararın yayılma ve yaygınlaşmasında, kabul ettirilmesinde, vektörsel bazda (temelde) insanları aidiyeti eksenleştirmeye, yönlendireceğiniz, tutulacak yol araçlarından biri olabilir.

Bu tür fevrilik nasıl genellik olur? Elbette böylesi bir kurtuluş savaşı ve savunulması, kolektif olacaktır. Kolektif olanlar da, parça işleyişlerin; koordineli, planlı, kademeli sıralar alaraktan bir tümleşmeleriyle belirmelidir. Bunun yadsınması olası mı? Böylesi yadsınmayı savlayan birinin tarih bilinci olduğu, yani tarihi yasaları olan toplumsal hareketi, bildiği ve aydın bakışlı biri olduğu, söylenebilir mi?

Bu olaylardan, olguyu görememektir. Olguyu es geçip, unutturup, olayı olgu yapma, dikkatsizliği olmaktadır. Ya da bilmez kitleleri taraftar kılma pahasına, yanılsatma ve yanıltma kastıdır.

Olgu içindeki olaylar nasıl ilişkilenmiş, hangi olaylar nasıl gelişmiş, Bunu anlamak, ayrı bir mantıksal çözümleyiciliktir. Ama ayrıntıya indirilmiş incelemelerimiz de, genelleştirilen, bağıntısından kopartılıp, abartı yapıcı tutumlar, olmamalıdırlar.

Kurtuluş savaşı; olay, deney ve girişimler devinmesinin kendisidir. Ve kimi olanlıklar özellikle Ege'de yer ve zaman özellikli tutumlardır. O karamsar günlerde bir sahipsiz olunuşun ve ne yapılacağının henüz bilinemez olmasına verilmiş olan bir cevaptı. Sonuçta bu efe hareketlerinin; düşmanı yıpratma olgusuna ve düşmanın ilerleyiş süratini kırma, düşmanı meşgul etme, düşmana zaiyat verme giderekten düşmanın az çok azmini kırıcı, azmine gölge düşürücü, bir yararlara dönüştüğü de açıktır.

Bu katkılar az şey mi? Üstelik bu da en azında, yen oluşan Anadolu hareketine göreceli bir zaman kazandırdı. Hiç bir şey tek başına ve ilişkisiz bir gerçeklenme değildir. Ama bu ilişkilerin her hangi biri de olayın ya da gerçeklenmenin kendisi değildir. Bu beyhude bir abartıdır. Süreç er geç olacaktı.

Bu, olumlu ya da olumsuz gelişen, olay ve olam biriktirişlerin değerlendirilebilmesi de; ancak toplumsal hareket gerçekleştikten sonra; katkılığına göre kategorize olacak, deneyim sonucu olan olgusal anlamalardır. İşte sizin ;"Kurtuluş Savaşını sadece Mustafa Kemal mi yaptı?" deyişiniz, kişinin kendi bir yığın bilinçsizlikleriyle, anlamazlıklarıyla ve bilmezden gelişleriyle, saptırılacaktır. Kişileri, olgusal bütünlükteki parça ilişkilerini; toptancılıkla açıklamaya götüren, abartma yanılgısına düşürür olacaktır.

Bu kolektif gerçekleşmelerin, kolektif fiillerin, anlaşılması; ister istemez şahısta mündemiç olur. Siz Viyana kuşatması derken, kimi anar ve hatırlarsınız acaba? O savaşa katılan tek tek askerleri mi? Savaşa destek veren halk kişileri mi? Savaşın planını yapan kişiyi mi? Vs. Bu savaşa dek hatırlanan muhteremin gücünü, kim olarak bilirsiniz? Elbette Merzifonlu Kara Mustafa Paşa aklınıza gelir. Acaba Savaşı, sadece Merzifonlu Kara Mustafa paşa mı yapmıştı? Bu insan mantığının olayları yalınlaştırarak anlamasına da uygundur.

Hareket kolektiftir, ama savaşı kumandanın taktiği, kumandan merkez eksenli oluşma kazanır ve kumandanın taktikleri tartışılır. Ali'nin Veli'nin sivil itaat ve itaatsizliği; yanlı oluşları ya da yansızlıkları, sürecin olay ve olam bazlı (temelli-tabanlı) ayrıntısıdırlar maalesef. İyi bir taktikle ve size inanmış az bir kuvvetle dahi, işi başarırsınız. Atatürk de bunu yapmıştır.

Sürecek

31 Ocak 2011 5-6 dakika 1084 denemesi var.
Yorumlar