kusursuz aşk
Yine uçların en sonundayım. Yine o bağırtıların, gürültülerin içinde en kuytu sessizliğin içindeyim. O kadar sesin içinde senin sesin nerde? Bunca sesin içinde ben sadece senin sesini istemiştim. Çok şey istemedim ki ben. Sadece bir kişiyi istedim. Yüzlerce kişi yerine sadece seni istedim.
Vazgeçişlerimi yaşadım hep ama o kulaklarımda çınlayan kahkahandan vazgeçemedim bir türlü. Gitme diye bağırmak istedim arkandan. Bağıramadım. Söylesem de neyi değiştirecekti ki. Yine de gidecektin. Mecburdun çünkü biliyorum. Sadece merak ediyorum neden insanlar hep gidecek olanı sever? Neden imkansızlar en büyük aşktır? Bu kadar ulaşılmazı tutku haline getiren başka hangi canlı var dünyada? Nasıl oluyor da tüm hayatımızı tek bir yüz üstüne kurabiliyoruz? Nefes alışımızda beynimizde onun adı beliriyor. Hem de en büyük harflerle.
O büyük, kusursuz aşkların hep bir kusur üzerine kurulduğunu fark ettim. Hepsi de ulaşılmazı hedefliyordu. Ya hasta olana, ya karşılıksız olana ya da gidecek olana bağlanıyordu bütün aşklar. Kusur ne kadar büyükse aşk o kadar kusursuz oluyordu.
İlginç olan taraf bunca ağır yükün altında o aşkı kimseye yedirtmeyecek kadar gurur vardı bütün aşıklarda. Aşık olduğu kişi hariç herkese karşı aşkını büyük bir gururla savunabiliyordu. Kim ne derse desin aklı hiç birini kabullenmiyordu. Hiçbir eleştiri, hiçbir yargılama bu aşktan vazgeçmesine sebep olamıyordu. Olmasın da zaten. En büyük aşk o değil midir? Ne olursa olsun aşkı aşk yapan şey onun vazgeçilmezliğidir.