Kuyunun Vicdanı...

Önce gömüldüm...

Duyabileceğim, dokunabileceğim, bütün seslerden sıyrılmıştı kir pas içinde kulaklarım.
Gözlerimi acıtan, yakıcı siyahın yüzüne çevirdim. Küf kokusu genzimi doyururken yabancısı olduğum yere yakınlaşmaya çalışıyordum. Tabanlarımı yabani otların sivri dili yalıyor ve benden misafirperverliğini esirgemiyordu. Üç adım sonrası duvarlarına başım çarpıyor ve yere sızmaya hazır çürük su alnıma öpüyordu, tıpkı şefkatli bir ananın veda busesi gibi.


Başımı yukarı kaldırdığımda, duvarların yukarı doğru uzadığını fark ettim. Eski elbisenin yamasından sızan ışık gibi güneş suratıma bakmak için direnişi,
korktum! İrkilerek başımı yere attığımda ayaklarımın dibinde saklanmış küçük taş parçalarını gördüm. Ellerim sarıldığında sanki titriyor ve benden bin beter korkuyorlardı. Çelimsiz dizlerim daha fazla dayanamayıp beni yere düşürdüğünde kollarımın arasına sıkıca alıp düşünmeye başladım.


Bana öğretilen her şey, gördüklerim, yaşadıklarım, sevdiklerim, kırık vedalarım, hepsi ağzı süt kokan koca bir yalan mıydı? Ah benim budala aklım!
Yoksa hepsi beynimin kurmacasımı? Ya da... Ya da ben hiç var olmamış mıydım?
O taptığım adını anne diye ezberleyip zarafetini ilmek ilmek aklıma işlediğim kadın?! Sokakta kulaktan kulağa adı zorba diye anılan ama anneme sevmenin kusursuzluğunu öğreten adam, babam?!
Eylül saçlarını ekimin hasatına sunacakken bana ilk heyecanı tattıran, sevdiğim, seviştiğim, dokunduğum, yudum yudum yaşatıp, okyanusun sığ sularından süründürüp giderken yüreğimi kanlı ırmağa çeviren firari aşk?!


İhanetlerim vardı, lanetler yağsın hepsi kendime. Gelecek diye süslediğim avuntusuz düşler. En belirgin hayalimde sislerin arasına gömülüyordu, çocuğun yırtık sureti.
Birinin sesi yaklaştı hücremin kapısını;

?'Sana ölümün yaşanmışlığını tattırdım, daha fazla ölemezsin...''

Yine orada mıydım? Beyazın masum sanılan çemberinde, traşlı kafama onlarca şırınganın çivilendiği çıkmazlarında umutlarımı kuruttuğum kahrıma yol olan yerde. Öyleyse... Bu ne amansız rüyadır, karabasanların yağmur damlası gibi ruhuma kapanışı. Ne göğüm var ne yerim. Oysa hayatın askılığına takılıp gar dolabında saklanmamıştım.

Dizlerimi kitlediğim kollarımı yedi yerinden kopartıp, olanca öfkemle kuyunun toprağını parmaklarımla deşmeye başladım, belki bir hayat izi bulabilirdi.

Sonra uyandırıldım...

Göğüs kafesimde tırnak izleri..

18 Ağustos 2009 2-3 dakika 14 denemesi var.
Beğenenler (1)
Yorumlar