Laf
Akşama ne yemek var tantanasına dönüşmeye başladı mı ilişkiler aşk bitmiş demektir. Nerden tutarsanız tutun kurtarmak için artık o eskiden tutulan iplerin hepsi çürümüş zamanı geçmiş fiye dönüşmüştür. Kurtaramazsınız.
Masamın altından üşüyen ayaklarıma sıcak vuruyor. Okuduğum tüm kitapların o kalınlıkları o sayfaları zavallı yaratıklarla ezilmiş büzülmüş hatta şizofren derecesinde acınacak erkeklerle dişilerle, belli kesimlerin belli olan olmayan gel ve gitleriyle tutarsızlıklarıyla ölçüsüzlükleriyle ve saçma sapan inandıkları düşünceleriyle çözümleyemedikleri ilişkileriyle, aşk sandıkları şeye, duyguya nasıl ulaşma çabalarıyla cebelleş olma durumlarıyla dolu.
Hep Marks'ın suçu! Aşkın ekonomisini tartışa tartışa Marks'ın bile artık tarihe gömülmüş düşüncelerini, güzelim düşlerini, gülünecek duruşunu, belki de pirinç lapası kıvamına getirip adamcağızın resmen içine de ettiler. Peki aşkı buldular veya kavuştular mı? Yok. O kalabalık sayfalarda çaktırmadan öldüler, yalnızlığı seçtiler, galiba da çok mutsuz oldular.
Ah romancılar! Ben de palavracıyım.
Birinci dünya savaşında yazılacak çok konu vardı. Sanırım rekor Rusların elinde. Yazmışlarda yazmışlar. Hemen hemen hepsinde teğmenler yüzbaşılar erler köylüler seksi olmayan kadınlar var. Kahraman direnen bir kesim de cabası. Çar ve Lenin derken en acımasızları Stalin pos bıyıklı. İyi de ortak noktaları da neden Kırbaç neden Sürgün neden Ölüm? Yeni Rus yazarlar var mı yok mu bilmiyorum artık. Bu üç dönemin yazarları daha çok ortalıkta olacağa benzerler.
Bizimse henüz o dönemde yazılmış romanlarımızı tam tercüme edenimiz olmadığı için okuyamıyoruz gibi sıkıntılarımız var. Geçtim. Daha bu hafta Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Beş Şehrini okumaya çalıştım ama başarılı olamadım. Yanımda o eski kelimeleri açıklayacak sözlük olmadığı için, aklım sıra, aklımda ermez ya, o eski kelimelere, kendimce mantıksal yanıtlar bulup okumayı biraz da böyle sürdüreyim dedim cık olmadı. Ama zaten Beş Şehir okunsa ne okunmasa ne! Kitabın yarısından fazlası İstanbul' a ayrılmış. Gıcık kaptım. Şu İstanbul bence ayrılmalı bu ülkeden. Ayrı bir ülke olsun. Parlamentosu başkanı cumhurbaşkanı derken sınırları da çizilip pasaportlu olsun girişler çıkışlar. Neyse kapadım kitabı. Baydı. Onca tarih onca isim onca zart ve zurt kokan silsileli bir yazı...Bakın şimdi böyle bir kitabı Selim İleri yazsa eyvallah derdim.
Gene dağıttım. Aslında biten ilişkileri kopan yakınlaşmaları yazacaktım. Akıl kalmadı ki. Mezesi ve çeşnisi bol bol olan sayfaları okuya okuya yine saçmaladım.
Her dönemin romancıları işte. Her dönemin Demokrasisi gibi...
Şiirkolik yönetimine ve okuyan dostlara teşekkür ederim...